top of page

Bator ve Talihsizlik

  • Erva Eylül Aydemir
  • 10 Nis
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Erva Eylül Aydemir (11 yaşında)

Çizer: Elif Kavak (10 yaşında) Editör: Muhammed Yusuf Doğan (12 yaşında)

Merhaba, ben Bator. Adımın Macarcada ise “cesur” demek. Ben bir çiftlikte yaşıyorum ve burayı çok seviyorum. Herkes ile iyi geçiniyor, ne demek istediklerini kolayca anlıyorum. Yani leb demeden leblebiyi anlıyorum. Herkesle iyi anlaştığım için herkes bana “patroşko” diyor. Adım Macarca olduğu gibi bu lakap da Macarca. Bu lakap da biraz daha tatlı olması için patrondan patroşko oluyor. Ben bunu seviyorum ve bundan hiç şikâyetçi değilim. Size bir sır vereceğim: bazen sırf bana öyle desinler diye fazladan bir tur atıyorum bahçede. Size başımdan geçen bir olayı anlatacağım. Aslında kulaklarınızı iyi açın demek isterim ama beni duyamazsınız çünkü ben çook uzaktayım. O yüzden gözlerinizi dört açın, çünkü gözlerimiz ağıza benzer. Bu yazıyı okuyarak benimle konuşmuş oluyordunuz aslında. Neyse, hadi başlayalım!


Ben bir gece koyunlarla dolaşmaya çıkmıştım. Bütün koyunlar oradaydı ama karanlıkta bir çalılığın kıpırdadığını ve oradan çıtır çıtır sesler geldiğini duydum. İsmime ve lakabımın diğer bir nedeni olan cesaretime güvenip çalılığa doğru pıt pıt pıt yaklaştım. Karşıma iki tilki çıktı. Biri koyu kahverengi diğeri ise siyahtı ve bana şöyle dediler: 

- Arkadaşımız bir kulübede yaralandı, yardım gerekiyor. Yardım eder misin?

Yolu göstermelerini söyleyip peşlerinden gittim. Onlar koşuyordu, bu yüzden ben de koşuyordum. Kış ayında olduğumuz için hava en az -5 dereceydi. Yerlerde 5 metre kar vardı. Üzerimde yünden bir kazak olmasına rağmen çok üşüyordum. Rüzgâr çok sertti. Koşmak çok ama çok zordu. Yine de durmadım çünkü tilkinin yardıma ihtiyacı vardı. Çok uzun süre koştuk. Güneşin doğmasına az kalmıştı, zaman sürekli akıyordu “tik tak tik tak.” Bir an önce çiftliğe geri dönmeliydim. Koyu kahverengi tilkiye sürekli “Daha var mı?” diye soruyordum. Bana asla cevap vermiyordu. Sürekli yanındaki siyah tilkiyle fısıldaşıyordu. “Fışır fars hebelehübele” gibi garip sesler duyuyordum sadece. Güneşin doğmasına çok ama çok az kalmıştı, o arada bir kulübe gördüm. Siyah tilki:

- Arkadaşımız o kulübede, daha hızlı olalım.


Ve hızlandık. Kulübeye girdiğimde yerde bir tilki gördüm, turuncumsu bir rengi vardı. Bir kitaplığın altında kalmıştı. Sadece kafası görünüyordu. Yanına artık koşamadığım için yürüyerek gittim ve hemen kitaplığı kaldırmaya çalıştım. Normalde çok güçlü sayılmazdım ve yorgunluktan da iyice güçsüzleşmiştim. Arkamı dönüp tam tilkilerden yardım isteyecektim ki bir “paaat” sesi duydum. Siyah tilki kapıyı kapatmıştı. Kapının önüne oturdu. İçerisi kapkaranlık oldu, yürümeye çalışırken “bam” diye düştüm. Bayılmıştım, uyandığımda ağzım bağlıydı ve yumuşak bir yerdeydim. Bir baktım ki az önce kurtarmaya çalıştığım turuncu tilkinin üstündeyim. Önümü döndüm, siyah kurt:

- Yalan söylemedik, yaralı biri bu kulübede. Ve o sensin!

Sonrasında koyu kahverengi tilki ile bakışıp bir anda üstüme atladılar. Beni ısırdıklarında çok uzun bir çığlık attım. Artık güneşin doğması önemli değildi. O an anladım ki bu bir tuzaktı, çünkü ben bir koyundum ve tilkiler beni yemek istiyordu. O geceden sonra kimse benden haber alamadı…

 

 

                                                           

 

©2022, Dergi Mudita, her hakkı saklıdır.

bottom of page