Bir Zambak Hikâyesi
- Ayşe Betül Erişen
- 1 Tem
- 2 dakikada okunur
Yazar: Ayşe Betül Erişen (11 yaşında)
Çizer: Elif Alparslan (11 yaşında)
Editör: Azime Nesibe Ustabaşı (13 yaşında)

Muhteşem bir Haziran ayıydı. Çiçeklerimi açmış, güneşleniyordum. Bahçıvan her gün gelip suyumu veriyor, gübreliyor, bakımımı yapıyordu. Ben kim miydim? Ben Zambak. Bir paşanın bahçesindeki harikulade bir çiçek. Paşanın gözdesiydim. Her sabah gelip benimle konuşur, sonra işine giderdi. Keyfime diyecek yoktu. Paşa mükemmelliğe bayılırdı; bu yüzden benim orantılı ve asil duruşumu çok severdi. Ayrıca hanımı da çiçeklere pek düşkündü. Bahçede yürüyüşe çıktığında mutlaka bizi görmeye gelirdi.
Ama bir gün paşanın konağına yaramaz bir çocuk geldi. Paşanın yeğeniydi ve bu yüzden herkes ona çok iyi davranıyordu. Fakat çocuk çok şımarıktı. Her gün türlü yaramazlıklar yapıyor, herkesi canından bezdiriyordu. Bahçedeki tüm çiçekler ondan korkuyordu. Önüne gelen çiçeği yoluyordu. Bahçede yolunmamış bir tek ben kalmıştım; bu da sadece Paşa sayesinde olmuştu.
Aylar geçti, çiçeklerim teker teker döküldü. Paşanın konağını bir telaş sardı. Eşyalar paketlendi, ev toplandı. Paşa yanıma geldi ve benimle her zamanki gibi konuştu ama bu sefer sesi daha hüzünlüydü. Belli ki birbirimizi son kez görüyorduk. At arabası gelip eşyaları götürdü, Paşa ve ailesi başka bir arabayla yola çıktı.
Daha sonra konağı başka bir adam satın aldı. Suratsız, kel kafalı, şişman bir adamdı. Eve gelir gelmez kuşlar için yaptırılan havuzu yıktırdı, konağı o güzel kavuniçi renginden soluk griye boyattı ve tüm çiçekleri söktürdü. Kahya çiçekleri söküp attı ama bana kıyamadı. Beni nazikçe söküp evine götürdü, bir saksıya dikti ve güzelce ilgilendi.
Belki o güzel bahçem yoktu ama pencerenin kenarında durup dışarıyı seyretmek çok güzeldi. Yoldan geçen herkes bana hayran kalıyordu. Evdeki çocukların kahkahaları, o güzel sohbetler beni mutlu ediyordu. Çiçeklerim yeniden canlanmaya başlamıştı. Bu güzel zamanlar bana eski bahçemin özlemini unutturuyordu. Bu sıcak ev benim yuvam olmuştu artık.
Ne yazık ki bu güzel günler uzun sürmedi. Kahya hastalandı ve öldü. O kibar beyefendinin ölümüne çok üzüldüm. Karısı, çocuğuyla birlikte yalnız kaldı. Evin kirasını ödeyemedikleri için akrabalarına taşındılar. Beni de çöpün yanına koydular. Orada günlerce bekledim, biri beni bulur diye. Sinekler ve kelebekler yapraklarıma kondu. O pis koku, benim asil duruşum ve güzel kokumla tam bir tezat oluşturuyordu.
Bu işkence bir gün sona erdi. Yaşlı, pamuk yüzlü bir teyze beni buldu. İnceledi, kucağına aldı ve birlikte onun evine doğru yola çıktık. Beni bakımsız bahçesine ekti. O bükülmüş beliyle her gün beni suladı. Gelen giden olmadığı için yaşamım rahattı. Beni zambak gibi değil, evladı gibi sevdi.
Tecrübelerime dayanarak herkesin ölümlü olduğunu biliyordum ama yaşlı kadın için endişeliydim. Ya o da giderse? Çöpe mi dönecektim yine? Neyse ki buna gerek kalmadı. Yaşlı kadının çalışan oğulları ziyarete geldi. Gelinleri bana hayran kaldı. Belki onlar kadına iyi bakardı.
Bulutlu bir gündü. Yaşlı kadının oğulları üzgün görünüyordu. Kadıncağız hayata gözlerini yummuştu. Yine yalnız kalmıştım. Belki beni yanlarına alırlar diye umut ettim ama ne oğulları ne de gelinleri yüzüme baktı. Yağmur yağdı üzerime, bazen de güneş açtı. Ne gelen vardı, ne giden. Kimse ilgilenmeyince günlerim sayılıydı.
Bir sabah, güneş beni selamlarken bir kız neşeyle bahçenin yanından geçiyordu. Kokumu alınca hemen durdu ve kokunun kaynağını aradı. Beni görünce gözleri parladı. Bahçeye girip beni kopardı. Neredeyse hiç canım yanmadı.
Onca yıldır dünyayı terk eden birçok canlı olmuştu, şimdi sıra bendeydi. Yine de hüzünlü değildim. En azından son anlarımı bu güzel ellerle birlikte geçirecektim.