Yazar: Zeynep Bakırcıoğlu (14 yaşında)
Editör: Elif Mina Direk (10 yaşında) Çizer: Betül Arık (10 yaşında)

Sabah her zamanki gibi erkenden kalktım. Dışarıdaki seslerden herkesin çalışmaya başladığı anlaşılıyordu. Hemen takım elbisemi giyip odamdan çıktım ve ofisime doğru yürümeye başladım. Yolda karşıma bir kadın çıktı. Kırmızı ten rengi vardı ve bordo saçlarını atkuyruğu şeklinde sımsıkı toplamıştı. Saçlarıyla aynı renk gözleri vardı. Uzaktan bakıldığında resim fırçasına benzeyen bir vücudu vardı. Siyah elbisesi ve topuklu ayakkabılarıyla hızlı hızlı yürüyordu.
- Günaydın Resim, diye seslendim.
- Günaydın Matematik. Fen Bilimleri seninle konuşmak istiyormuş. Sınavlar başladığından beri çok yoğun olduğunu biliyorum ama acilmiş. Beni de haber vermem için gönderdi.
- Tamam, ofise geçmeden uğrarım. Haber verdiğin için teşekkürler.
- Rica ederim, iyi günler.
Resim hızla uzaklaştı. Bende ters yöne gidip ofisimin yanından geçtim. Devasa bir yeşil kapıya ulaşınca durdum. Kapının üstünde süslü altın harflerle “FEN BİLİMLERİ” yazıyordu. Kapıyı çalıp içeri girdim. Benim ofisimle neredeyse aynıydı. “neredeyse” diyorum çünkü benim odamda mavi bir ışık vardı ve duvardaki raflarda bulunan yüzlerce dosyanın sırtı maviydi. Burası ise hafif yeşil bir ışık ile aydınlatılmıştı ve dosyaların sırtı yeşildi. Ortada oval bir masa vardı ve üstünde bir sürü dosya açılmış bir şekilde duruyordu. Karşısında da sırt kısmı oldukça yüksek rahat bir koltuk bulunuyordu. Masanın karşısındaki duvarda bir ekran vardı. Ekrandaki grafikte değerler artıp azalıyordu. Sonra koltuk döndü ve en yakın arkadaşımı gördüm.
Fen Bilimleri ya da kısaca Fen, tam anlamıyla bir deney tüpüydü. Yeşil renkliydi ve içindeki koyu yeşil renkli sıvı boğazına kadar doluydu. Acıktığında bu sıvı azalırdı. Siyah takım elbisesiyle bana endişeli bir şekilde bakıyordu.
- Ah, matematik. Sonunda geldin. Çok büyük bir sorunumuz var. Ben her zamanki gibi cevap anahtarı hazırlıyordum. Sonra karşıma bir soru çıktı. Ve bir sürü matematik işlemi var. Lütfen yardım et, hiçbir şey anlamadım. Ve sadece on iki dakikamız kaldı. Eğer on iki dakika içinde gönderemezsek her şey mahvolur, buradan sürgün edilirim ve ÇOCUKLAR SINAVA GİREMEZLER!
Biliyorum, bu cümlelerin hepsi size çok mantıksız geliyor. Açıklamama izin verin. Burası Dersler Köşkü. Köşk deyince aklınıza süslü püslü, konforlu bir mekân gibi geliyordur ama öyle değil. Sizin dünyanızdaki işyerlerine benziyor burası. Öğretmenler ödev vereceği veya sınav yapacağı zaman kâğıtları posta yoluyla yöneticimiz Bay Ödev’ e verirler. O da bizim derslerimize göre dağıtır. Burada toplam dokuz kişiyiz: Fen, Yabancı Dil, Tarih, Coğrafya, Din Kültürü, Resim, Müzik, Türkçe ve Matematik… Yani ben. Ben biraz şişman bir kare şeklindeyim denebilir. Genelde hepimiz olduğumuz derslerle alakalıyızdır. Fen bir deney tüpü, Coğrafya bir dünya, Resim bir boya fırçası, Müzik bir nota, Türkçe bir kalem, Din bir kitap, tarih ise sonsuzluk işareti şeklindeydi(sonsuza dek tarih sürecek anlamında). Yabancı dil hangi dilde konuşuyorsa o ülkenin şeklinde oluyordu. Neyse, konumuza dönelim. Evet, Fen matematik ile alakalı bir soruyu çözemiyordu ve ona yardım etmeliydim. Yoksa cevap anahtarını tamamlayamayacaktı. Hemen yanına gelip soruya baktım. Benim için çocuk oyuncağıydı. Önündeki kalemi aldım ve dijital ekranda cevabı yazıp gönderdim. Ekrandaki grafikler hareket etmeyi bırakıp normal değerlerine döndü. Fen, rahatlamış bir şekilde koltuğuna çöktü.
- Çok teşekkür ederim dostum. Sen olmasan ne yapardım?
- Ne demek? Bir daha olursa bana haber göndermen yeterli. Görüşürüz
- Görüşürüz.
Oradan çıktım ve ofisime doğru yürüyüp içeri girdim. Koltuğuma oturdum ve dosyalardan birini açıp çözmeye başladım. Öyleyse ben işime döneyim. Görüşmek üzere. Ama unutmayın, eğer bize ihtiyacınız olursa, ders kitabınızı biraz karıştırmanız yeterli. Emin olun, orada bir yerlerde saklanıyor olacağız. ;)