Geri Dönüş
- Melike Başeşme
- 1 Tem
- 3 dakikada okunur
Yazar: Melike Başeşme (11 yaşında)
Çizer: Miray Yazar (14 yaşında) Editör: Asel Sözer (11 yaşında)

Bir zamanlar Yusuf adında bir çocuk vardı. Ailenin tek çocuğuydu. Küçük bir köyde yaşıyordu. Durumları pek iyi değildi. Yusuf, az öğrencinin olduğu bir köy okulunda eğitim alıyordu. Yusuf’un dersleri çok iyiydi, hatta okul birincisiydi. Durumlarının iyi olmadığını biliyordu ve buna çok üzülüyordu. Fakat onun büyük hayalleri vardı. Çok iyi bir eğitim alıp, ders kitaplarında gördüğü şehir fotoğraflarındaki büyük ve uzun holding binalarında üst düzey bir yönetici olmak istiyordu.
Dediği gibi de güzel bir eğitim alıp, İstanbul’da çok iyi bir üniversite kazandı. Ailesi onun için maaşlarının büyük bir bölümünü ayırdı. Yusuf, İstanbul’da bir yurtta kaldı. Üniversitesini başarıyla bitirdi. Şehir hayatını çok sevmişti. Kısa bir süre sonra büyük bir holdingde çalışmaya başladı.
Ailesiyle arada bir telefonla konuşuyordu. Kendine bir aile kurdu. İki tane kızı oldu. Büyük olan on üç, küçük olan ise yedi yaşındaydı. Büyük kızının adı Aylin, küçük kızının adı ise Melis’ti. Yusuf ilk başlarda köydeki ailesine bir miktar para gönderiyordu.
Bir gün babası aradı:
— Oğlum, biz artık çok yaşlandık. Sen bizim tek oğlumuzsun. Bu ev ve birkaç tarla bizden sana kalacak tek hatıra. Arada bir gel, evinle ilgilen.
Yusuf babasını pek umursamadı. Şehir hayatına o kadar kendini kaptırmıştı ki, köydeki herkesle bağını kesmişti. Ailesini aramaz, sormaz olmuştu. Hayatında sadece iş vardı. Kızlarıyla ve eşiyle de hiç ilgilenmiyordu.
Karısı hafta sonu çocuklarla hep birlikte gezmeye gitmek istiyordu. Bu fikrini eşi Yusuf’a söyledi:
— Benim önemli bir toplantım var. Sizin için arabayı hazırlatırım. İyi eğlenceler.
Yusuf, her şeyi parayla halledebileceğini zannediyordu. Eşi ve çocukları üzüldüler. O gün Yusuf’un telefonu hiç susmuyordu. Köy muhtarı arıyordu. Yusuf toplantıya yetişeceği için telefonunu açmıyordu.
İş yerine gittiğinde acı haberi sekreterinden öğrendi. Annesi ve babası hastaneye giderken trafik kazasında vefat etmişlerdi. Yusuf’un anıları gözünün önünden film şeridi gibi geçti. Çok üzülmüştü.
Toplantıdan bekleniyordu; bu toplantı onun için çok önemliydi. Genel müdür olmasına az kalmıştı. Bir tercih yapmak zorundaydı. Her zamanki gibi işini seçmişti.
Kızları, dedesi ve babaannesini birkaç görüntülü konuşma dışında hiç görmemişlerdi. Yıllar böyle akıp geçti. Yusuf’un maddi durumu çok iyiydi. Ama Yusuf artık hiç mutlu değildi. İş başarısı bile onu mutlu etmiyordu.
Şehrin sesleri onu çok rahatsız ediyordu. Sanki bütün şehir kafasının içinde dönüp duruyordu. Yusuf’un kafasını kaşıyacak vakti bile olmuyordu. Beyni adeta düğüm olmuş şekildeydi. Yusuf o düğümü çözemiyordu.
Doktora gitti. Onun birkaç gün dinlenmesi gerektiğini söyledi. Yusuf iş yerinde çok yoğundu, dinlenmeye hiç fırsatı yoktu. Psikoloğa gitti. Psikolog, Yusuf’un şehir hayatından uzaklaşmasını önerdi.
Yusuf çalışma odasında sabaha kadar bunları düşündü. Birkaç gün işe gitmese ne olurdu ki? Şimdiye kadar bir gün bile aksatmamıştı işini. Patronunun bu durumu anlayışla karşılayacağını düşündü. Dinlenmek ona iyi gelecekti. Sekreterine bilgi verdi. Telefonunu kapattı. Birkaç gün dinlendi.
Telefonunu açtığında, patronunun onu defalarca aradığını gördü ve geri aradı. Patronu sinirli bir şekilde:
— Yusuf Bey, nerelerdesiniz kaç gündür? Sizin yüzünüzden kaç milyon zararda olduğumuzu biliyor musunuz? Maalesef sizinle yollarımızı ayırma kararı aldık.
Yusuf çok şaşırdı, sinirlendi, elindeki telefonu yere fırlattı. Patronu nasıl yapabilirdi bunu? Yıllarını vermişti bu şirkete ama onlar onu bir kalemle silmişti.
“Ailemle hiç vakit geçiremedim,” diye ağlamaya başladı. Birkaç gün geçtikten sonra bir karara vardı. Eşiyle de bu konuyu konuştu ve o da kabul etti. Anne ve babasından kalma köy evlerine gideceklerdi.
Çocuklar çok mutlu olmuşlardı. Eşyalarını toplayıp köye doğru yola çıktılar. Köyünü görmeyeli yıllar olmuştu. Yusuf yol boyu çok düşündü. Anne ve babasının cenazesine bile gitmemişti. Çok utanç duyuyordu. Pişmandı.
Evi gördüklerinde çok şaşırdılar. Bazı yerleri yıkılmış, ev çok bakımsız haldeydi. Her yerini sarmaşıklar sarmıştı. Bahçesi de kötü otlardan görünmüyordu.
Melis: Baba, “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur,” Atalarımız böyle söylemiş, okulda öğrenmiştim. Anlamı ise bir yere özenle baktığın zaman güzelleşir; bakmadığın zaman bakımsız olur ya da yok olup gider. Bu da onun gibi. “Haklısın kızım, çok haklısın,” dedi.
Yusuf birden koşmaya başladı. Mezarlığa gidiyordu. Anne ve babasının mezarlarını gördü, çok ağladı:
— Sizi çok üzdüm. Size layık bir evlat olamadım. Son görevimi yapamadım size. Emanetinize sahip çıkamadım. Çok özür dilerim. Pişmanım…
Ağlamaya başladı. Artık yeni bir hayat kurma vakti gelmişti. Birkaç gün akrabalarının evinde kalıp evi tadilat ettirdiler. Evlerini temizleyip taşındılar. Eşi ve çocukları çok mutluydu. Belki de ilk defa aile olduklarının farkına vardılar.
Çocukların eğitimi için ilçeye taşındılar. Yaz tatilinde köyde kalıyorlardı. Arada bir gidip eve bakım yaptırıyorlardı. Çok mutlu ve huzurlu bir hayatları vardı artık. Endişelerden, olumsuzluklardan uzaktı. Ev eskisinden de güzel hale gelmişti.
Küçük kızının da dediği gibi, ne demiş atalarımız:
“Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur.”