Son Kükreyiş
- Azime Nesibe Ustabaşı
- 9 Nis
- 3 dakikada okunur
Yazar: Azime Nesibe Ustabaşı (12 yaşında)
Editör: Muhammed Yusuf Doğan (12 yaşında)

Eskiden deniz kızları ve insanlar birlikte mutlu mesut yaşarmış. Deniz kızları oyun oynadığında deniz kıpır kıpır kıpırdanmaya başlar, foş diye zıplayan yüzlerce balık, dev gibi dalgalar oluştururmuş. Gemiler, onların yanından geçerken o dev cüsseleriyle kükrer ve art arda göz kırparak onlara selam verirlermiş. Babam bu büyülü masalı bana dün akşam anlatmıştı. Aklımdan asla ama asla çıkmıyordu. Keşke ben de deniz kızlarını görebilseydim! Bunun hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Babam doğru zamanda denize bakarsam onları görebileceğimi söylemişti. O yüzden ben de babamın dışarıdan gelmesini beklerken camdan kapkara gökyüzünü seyrediyordum.
Evimiz bir liman kenti olan Veeka'nın en ücra köşelerindeydi. Uçsuz bucaksız denizimiz buradan gözükmüyordu ama belki ay, pamuk şekere benzeyen bembeyaz bulutların arkasından çıkıp bana denizkızlarının gelişini haber verirdi. Ahşap ve kocaman kapımız şarkı söylenerek açıldı. Gelen babamdı. Beyazlayan saçları öfkeli rüzgârdan dolayı dağılmıştı. Deniz mavisi gözleriyse mahmur mahmur bakıyordu. “Hoş geldin, babacım!“ diye sevinçle ona koştum ve birbirimize sımsıkı sarıldık. İçime çektiğim kokusu balık, tuz ve deniz karışımıydı. Annem onu bu hâliyle görse küplere binerdi. Tabii yıllar önce geçirdiği hastalıktan dolayı bizi terk etmeseydi. Birbirimizden ayrıldığımızda babam kaplumbağa hızıyla camdan dışarı baktı ve bana dönüp:
- Bu gece benimle deniz fenerine gelmek ister misin?
- Evet! Deniz kızlarını göreceğim.
Bunu söylerken zıplayarak resmen evi titretiyordum. Cevabım üzerine babam askılıktan ceketimi aldı ve bir çiçeğe dokunurmuş gibi üzerime giydirdi. Ben de babamı bile beklemeden inanılmaz bir hızla dışarı çıktım ve aynı sabırsız bir dalga gibi ahşap, yaşlı köprüye doğru koştum. Biz köprüden geçerken balıkçı amcaların bağırışları ve martıların çığlıkları kulağımı gıdıklıyordu. Köprüden geçip deniz fenerinin yanına geldiğimizde ise ağzım açık kaldı. Deniz feneri o kadar uzundu ki resmen gökyüzüne meydan okuyordu. Merdivenleri üçer beşer adımlarla çıktım. Kalbim, sanki yerinden çıkıp gidecek gibiydi. Babamın arkamdan bağırmasına rağmen ben kulaklarımı tıkayıp devam ettim:
- Maleng, dikkatli ol!
Nihayet her adımımla ağlayan merdivenler bitmiş ve fenerin olduğu odaya gelmiştim. Burası kapkaranlıktı. Etrafı yalnızca ayın şavkı aydınlatıyordu. Her yer is ve makine yağı kokuyordu. Hemen camlara koştum. Buradan deniz o kadar güzel görünüyordu ki gerçekten görülmeye değerdi. Babam az sonra geldi. Camın önündeki siluetimi gördü ve bana yaklaşıp elini omzuma koydu. Tam ona deniz fenerini ne zaman yakacağını soracakken bir anda ayaklandı, bana dönüp:
- Beni burada bekle, yiyecek deposuna gidip geleceğim.
Babam öyle deyince ben de aynı bir ağaç gibi beklemeye koyuldum.
O sırada bir gemi buraya doğru yaklaşıyor, balıklar onun etrafında kocaman dalgalar oluşturuyordu. Denizin böyle kıpırdanması, deniz kızlarının oyunlarına başladığının işaretiydi. Daha da dikkatli bakmaya başladım. Bu sırada yaklaşan geminin düdüğü bir aslan kükremesi gibiydi. “Düüüüt!” Gemi sürekli göz kırpıyordu. Demek bana ve deniz kızlarına selam veriyorlardı. Bu fırsatı kaçırmamalıydım. Ben de hemen el sallamaya koyuldum. Acaba beni görürler miydi? Bunun heyecanıyla zıp zıp zıpladım. Gemi ise daha çok kükredi. Demek beni görmüşlerdi!
Ağzım kulaklarıma varırken dalgalar daha da büyükleşmiş ve neredeyse tüm gemiyi kaplamışlardı. Eğlendikleri o kadar belliydi ki! Gemi son bir kez uzunca kükredi ve ben de ona son bir kez el salladım. Keşke o kükreyişlerin birer yardım çığlığı olduğunu bilseydim. Keşke o göz kırpmaların birer yardım çağrısı olduğunu anlasaydım. Keşke o gün tüm bu yaşananları yanlış yorumlamayıp böylesine büyük bir kayıba sebep olmasaydım… Ama ne yapabilirdim ki? Ben sadece batmak üzere olan bir gemiye el sallayan küçük bir kızdım. “Gerçekler, birer deniz feneri gibidir. Çünkü size daima doğru yolu gösterirler.”