Yazar: Ahsen Sezer (10 Yaşında)
Editör: Salih Doygun (11 Yaşında)
- Vik vik vik.
- Gel buraya! Hain tüy yumağı seni!
Şu haşereyi de yakaladığıma göre artık kendimi tanıtabilirim. Bendeniz Eda. Şu elimde tuttuğum ise bugün gördüğüm 38693. fare. Gerçi bu sayı kesin değil. Birkaç bin fare hata payı olabilir maalesef. Bütün gün iğrenç kokulu “Fareöldüren” gazı ile haşır neşir olunca beynimin sayı saymaya yarayan kısmı “error” vermeye başlıyor. Ben Türkiye isimli bir ülkede yaşıyorum. Benim yazımı okuduğunuza göre büyük ihtimalle siz de burada yaşıyorsunuz. O zaman büyük fare salgınını duymuş olmalısınız. Bu şey göründüğünden daha berbat. Eğer henüz oralara ulaşmadıysa çok şanslısınız. Bu bela sizin şehrinize gelmeden tüm önlemleri almak için zamanınız var. Hemen maskeler takın, etrafı kapanlarla donatın, işi sağlama almak için polis ekiplerini çağırın, ardından acil toplanma alanlarına doğru koşarken “Herkes sığınaklara!” diye bağırın.
- O iş bildiğiniz gibi değil editör abla. Bu fareler sahiden distopya. Fareler anne karnında yirmi gün kalıp hemen doğarlar. Öyle hızlı çoğalıyorlar ki! Zaten bu oburlukla ayı bile silip süpürürler.
- Sana kaç kere söyledim “Ay peynirden yapılmadı,” diye!
- Editör ablacığım, şimdi bu konuya girmesek de şu yeni distopya yazısını dergiye alıyor musunuz onu söyleseniz?
Şu an fareler toplumun ortak düşmanı konumunda. Filmlerde kötü adam olarak fareleri oynatıyorlar. Bu yıl dünyanın en tehlikeli canlısı 23. kez fare seçildi. Bilim insanları fareleri öldürecek yeni kimyasallar icat etmekle uğraşıyor.
- Peh. Kediler varken kim ilaçlarla uğraşacak.
Biri “kediler” mi dedi? Anlaşılan sizin hiçbir şeyden haberiniz yok. Her şeyi en başından anlatayım: Birkaç yıl önce neredeyse her evde bir kedi vardı. Van şehrinde üretim yapan kötü niyetli ilaç firması Bühtan A.Ş. kedileri sebep göstererek bir solunum hastalığının ortaya çıktığını söyledi. Hatta söylemekle kalmadı, bazı kedilerin mamasına belli başlı maddeler koydu. Bu da kedilerin normalden daha fazla tüy dökmesine sebep oldu. Halk ilk başta firmaya inanmadı ve bu tüy dökmenin mevsimsel olduğunu düşündü ama birkaç ay sonra bu durum geçmeyince insanlar inanmaya başladılar. Bu durumu gören hayvanseverler de işe katılmaya başladı ama yine de bir çözüm bulamadılar. Çünkü firma, kedi mamalarına kimyasallar katmaya devam ediyordu. Gitgide onlara inananların sayısı artıyordu. Bu yüzden ülkedeki bütün kediler başka ülkelere dağıtıldı. İlk başta her şey çözülmüş gibi düşünüldü ama halk bir şeyi unutmuştu: Fareler. Fareler ne olacaktı? Fareler yavruladıkça çoğaldı ve büyük bir sorun patlak verdi. Sıçanlar evlerdeki bütün eşyaları kemirmeye başladılar. Kıyafetlerimin yarısını yırtmışlardı. Üstelik aralarında en sevdiğim puantiyeli eteğim de vardı.
Diğer bir sıkıntı şu ki fareler çoğalınca ilaçların fiyatı da artmış, firma da hedefine ulaşmıştı. Okullarımıza giderken karşımıza sürekli fare çıkıyordu. Sabah kalktığımda okula gitmek için kıyafet kutumu almıştım. Çünkü kıyafetlerimi fareler yırtmasın diye korunaklı bir kutuda saklıyordum. Kahvaltımızı yaparken televizyon izliyordum. Artık kahvaltıda yediğim hiçbir şeyden zevk almıyordum. O sırada haberlerde yeni bir hastalık haberi gördüm. Adı vebaymış. Sunucu bu hastalığın hızlıca yayıldığını söylüyordu. Artık maske takmadan dışarı çıkmamamız gerektiği konusunda uyardı. Ailemde hemen gerekli önlemleri aldı. Artık maske takmadan dışarı çıkmıyordum. Maske takmak çok zordu, nefes almakta zorlanıyordum. Hiçbir şeye temas etmemeye çalışıyordum. Bu durumun böyle gitmemesi gerektiğini ve bir çözüm bulunabileceğini biliyordum. Her akşam güzel bir haber alabilmek için televizyon karşısına geçiyor, kendimce notlar alıyordum. Her geçen gün umudum azalıyordu.
İnsanlar hem veba yüzünden hem de Bühtan A.Ş.’nin ilaçları yüzünden tahrip oluyordu. İnsanlar, firmanın “Farelerin azılı düşmanı” diye tanıttığı “fare öldüren” gazına çuval çuval para ödüyordu. Ancak gaz insanlarda söylenmesi zor birtakım solunum yolu hastalıklarına neden oluyordu. Firma ise bu hastalıkların fareler yüzünden olduğunu söylüyor, insanları daha çok ilaç almaya teşvik ediyordu. Bir fare kapanı binlerce liraydı. İnsanlar karınlarını bile doyuramıyordu. Zaten firmaya para dökmekten ekonomi altüst olmuştu. İnsanlar artık ekmek alma zahmetine bile girmiyordu çünkü farelerin her türlü gıda ürününü itinayla silip süpürdüğünü biliyorlardı. Evini fare kapanlarıyla donattıktan sonra kendi kurduğu kapana takılanları mı ararsın, fareleri cezaevine tıkmaları için polisi arayanları mı, yoksa akılarını yitirip mutfak bıçağıyla “Savulun, sıçan soyu!” diye farelerin üzerine yürüyeni mi?
Ailem, bu talihsizliklerin bizim de başımıza gelmemesi için -gerçi bu talihin bir cilvesi değil, suikast teşebbüsü gibi bir şeydi, ama bir distopya hikâyesinde bu konulara girmeyelim- şehirden biraz uzaklaşıp köye gitme kararı almıştı. Hızlıca köye doğru yola çıkmıştık. Anneannemin yaşadığı köy şehre çok uzaktaydı ve çok az kişi yaşardı. Yemyeşil dağları ve dereleri vardı. Her yer mis gibi çiçek kokardı. Orada olmak bana hep huzur verirdi. Anneannemin kedilerini yol boyu hayal etmiştim. O yumuşak tüyleri ve severken çıkardıkları mırıltıları çok seviyordum. Köye vardığımızda anneannemin kedilerinin hâlâ orada olduğunu görünce çok şaşırmıştım. Üstelik anne kedinin 6 şirin yavrusu da vardı ve hepsi de sağlıklıydı çünkü o küçük köyde kimse firmanın kedi mamalarını kullanmıyordu. O an umutlarım çoğalmıştı. Anneannemden izin isteyip kedilerin varlığını sosyal medyada paylaştım ve tüm ilgilileri etiketledim. Kedilerin solunum hastalığına sebep olmadığını ve fareler sebebiyle gelen hastalıklara çözüm olabileceğini tüm ülkeye duyurmak istiyordum. Arkadaşlarım beni aramaya başladılar ve kedilerin yerini soruyorlardı. Ben de hepsine “Yakın zamanda tüm ülkede,” diye cevap veriyordum. Videom hızlıca tüm ülkeye yayılmıştı. Uzmanlar gelip anneannemin kedilerini incelediler ve hastalığa sebep olmadığını anladılar. Çünkü diğer ülkelere dağıtılan kedilerin her geçen gün daha iyi olduklarına dair haberlerde geliyordu. Çalışmalara başladılar. Dağıtılan tüm kediler güvenli bir şekilde ülkeye getirildi. Herkes kedisine kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Bizim ailemizin de turuncu, şirin, tüylü ve yaramaz yeni bir üyesi olmuştu: Tomris Hanım. Veba kötü bir hastalıktı ama ondan kurtulmuştuk. Aynı zamanda kötü niyetli ilaç firmasının yaptıklarını öğrendik ve onun hapse girmesini sağladık.