top of page

Unutulmaz Bir Gün

  • Ayşe Beril Kirazlı
  • 10 Nis
  • 3 dakikada okunur

Yazar: Ayşe Beril Kirazlı (12 yaşında)

Çizer: Elif Sena Dobooğlu (11 yaşında) Editör: Salih Doygun (12 yaşında)

Sabah daha güneş bile doğmadan gözlerimi açtım. İçimdeki heyecan ve mutluluk uyumama izin vermiyordu. Geçen yazdan beri görmediğim arkadaşlarım Elif ve Sena ile mahallede oyun oynamak için dün akşam telefonda sözleşmiştik. Ankara’dan gelir gelmez beni aradıkları için çok mutlu olmuştum.

Hangi oyunları oynayacağımızı düşünürken güneş çoktan doğdu, annemin “kahvaltı haaazıııır” çağrısıyla yataktan fırladım. Canım hiçbir şey yemek istemiyordu, ama annemin zoruyla birkaç parça şeyi ağzıma tıkıştırıp hemen üstümü değiştirmeye gittim, buluşacağımız saat yaklaştıkça kalbim pırpır oluyordu. Sonunda kapıyı açıp kendimi sokağa attım. Sokak sakindi, çöpleri karıştıran siyah bir kedi ve belediye temizlikçisinden başka kimsecikler yoktu çevrede. Yere kedi için mama koyup hızlı adımlarla parka doğru yürüdüm. Oradakimseyi göremeyince şaşaladım. Acaba erken mi geldim, diye saate baktıysam da buluşma saati üzerinden on beş dakika geçmişti bile. Elif ve Sena buluşacağımızı unutmuş muydu gerçekten? Kalbim heyecanla kasılmayı bıraktı, içim hüzünle burkuldu. Yine de belki çevrededirler diye umudumu kaybetmemeye çalışarak sokakta dolanmaya başladım…


Aradan yarım saat geçmişti ve ben eve dönmek üzereydim. Dokunsalar ağlayacak şekilde yürürken sokak başında deli gibi karşı tarafa koşturan dört kişiyi gördüm. Onlar beni görmese de, ben Elif ve Sena’yı tanımıştım. Peki diğer iki kişi de kimdi?

Elif ve Sena’yı besbelli sertçe kollarından tutmuş, hızla ilerliyorlardı. Seslenmeye vakit bulamadan köşeyi dönüp gözden kayboldular. Hemen arkalarından koşturdum. Ancak köşeye vardığımda gitmiş olduklarını gördüm. Endişelenmeye başladım. Yanlarındaki iki kişi de bizden oldukça büyük ve güçlü abilerdi. Kızlar benimle buluşmadan, hatta parka bile uğramadan o tanımadıkları abilerle asla bir şeyler yapmazdı, biz birbirimize çok yakındık. O zaman bir terslik olmalıydı, neler oluyordu?


Bağırarak seslendiysem de bir yanıt alamadım. Endişem giderek arttı, arttı, arttı. Abilerin sertçe ve hızlı adımlarla kızları kollarından çekip yürütmesi aklımdan çıkmıyordu. Binlerce tahmin üretiyordum ama o abileri görür görmez aklımdaki tüm soru işaretleri söndü ve tek bir cevap beynimde yankılandı: Bu abiler birer hırsızdı ve kızları kaçırmışlardı!  

Sokağın öbür ucunda ikisi de elinde en az Elif ve Sena’yı içine alabilecek kadar büyük birkaç torbayla diğer tarafa doğru ağır adımlarla yürüyorlardı. Milyonlarca çocuk kaçırma sahnesi izlediğim için bu yürüyüşün anlamını çok iyi biliyordum! Kızlar ellerindeydi ve şimdi onları götüreceklerdi! Sessizce onları takibe başladım, oldukça dikkatli olmalıydım ki beni de o torbaya koymasınlar...


Bir binanın bir dairesine oflayarak bir daha bu torbaları kendilerinin getirmeyeceklerini söyleyerek girdiler, patronları olduğunu düşündüğüm kişi ise onlara söylenmemelerini söyleyerek kapıyı örttü. Pat! Ve işte o soruyla karşı karşıya geldim, içeri girip hırsızlara karşı durmaya çalışacak mıydım yoksa hemen buradan kaçacak mıydım? Tabii ki ikinci seçenek en cazibelisiydi ama bunu uygularsam kızların hali ne olurdu? Uzun bir süre kendime cesaret konuşmalarıyla moral vermeye çalışıp biraz dua okudum.


Sonunda besmele çekerek çılgınca kapıyı kırarcasına çaldım. Ayak sesleri yaklaşırken yerde bulup elime aldığım demirden ayakkabı çekeceğini sıktım, avuçlarım çoktan terlemişti bile. Kapı açıldı ve üstüne atladığım kadın ile aynı anda çığlık atmaya başladık. Tepinerek bir odaya girdik ve yere yuvarlandık, hâlâ elimde çekeceği savururken bir anda her şey karardı.

Gözlerimi açtığımda altı çift göz bana bakıyordu. Kadını ve abileri süzüp Elif ve Sena’yı gördüm.

“Merhaba,” dedim uyuşmuş bir şekilde.

“Merhaba,” dediler.

“Ne oldu bana?”

“Bayıldın,” diye cevap verdi Sena. Ürkmüş gözüküyordu. Bir anda her şeyi hatırlayıp gözlerimi kocaman açıp fırladım. Abilere baktım.

“Siz!” Elimi savurdum ama çekecek yoktu.

“Sakin ol dostum.” dedi birisi.

“Sizi gidi hırsızlar-”

“Hop! Hırsız ne ya?” dedi diğeri.

Elif ve Sena’ya bakıp bağırdım. “Sizi kaçırmadılar mı?”

Kızlar hayır anlamında başlarını salladı.

“Sen gecikince kuzenlerimiz olan Kazım, Poyraz ve Buğra ile oynamaya karar verdik. Saklambaç oynarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Üzgünüm.” Yanıma baktığımda buğday tenli bir abi daha gördüm. Yani sadece saklambaç oynuyorlardı! Şaşkın bir şekilde durdum ve nefes verdim. Elif gülümsedi. “Yine de hâlâ oyun oynayabilecek kadar vaktimiz var.” Üçümüzde aynı heyecanla kapıya doğru çullandık. Çuvallara gelince, içleri arkadaşları kadar tatlı olmasa da bal gibi armutlarla dolu…

 


©2022, Dergi Mudita, her hakkı saklıdır.

bottom of page