top of page

Paket

  • Ayşe Büşra Durmuş
  • 30 Haz
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Ayşe Büşra Durmuş (10 yaşında)

Çizer: Rabia Betül Koçyiğit (11 yaşında)

Editör: Muhammed Yusuf Doğan (10 yaşında)

Yüzüme vuran güneş ışığıyla gözümü açtığımda çok mutluydum. O gün benim doğum günümdü. Kalkıp hazırlanmaya başladım. Tam o sırada annem seslendi:

-Yoşi, Ju, Yuşi, Mao hadi kahvaltıya inin çocuklar!

Mao sitemkâr bir sesle:

-Geldik anne.

Ju da hayıflanarak:

-Off! Saat daha yedi.

Bense her zamanki heyecanımla şöyle dedim:

-Anne, her doğum günümde gittiğimiz antikacıya gidip eşya alacak mıyız?

-Tabii kızım, gideriz.

Kahvaltının ardından önce büyük tapınağa, sonrada antikacıya gitmek için hazırlanmaya başladık. Annem:

Yoşi, aşağıya in kızım!

Annemi duyar duymaz hızla aşağıya indim, elinde bir paket vardı.

-Sevgili kızım senin de yaşıtların gibi kimono giymen gerek. O yüzden sana bir kimono aldık. Bunu giymeni istiyoruz.

Annem sözünü bitirmeden kimonoyu kapıp kardeşlerimle paylaştığım odamıza çıktım. Kimonoyu giyip saçımı suşi çubuklarıyla topladım. Odadaki herkes bir anda bana bakmaya başlayınca ben de dönüp aynaya baktım ve kendi güzelliğime hayran kaldım.

Herkes toparlanıp aşağıya indiğinde saat sekizdi. Evimizin hemen yakınındaki tapınağa gittik. Tapınakta en önde babam olmak üzere tüm aile sıralı tatamilere oturduk. Tam dua bitmişti ki kulakları sağar edecek bir ses duyuldu. Annem:

Kızım, Amerikalılar bir saldırı düzenlemiş olabilir. Bu gümbürtü bir savaş uçağından geliyor olabilir. Acaba antikacıya yarın mı gitsek?

-Olmaz anne, bugün gitmeliyiz çünkü benim doğum günüm bugün, yarın değil.

Ama kızım diyecek oldu annem amma velakin, kızgın ve üzgün yüz ifademi görünce kararını değiştirdi. Antikacı tapınağa çok da uzak olmadığından hızlıca gelmiştik. Dükkâna girdim, kendime bu doğum günüm için farklı bir şey baktım. Onca güzel şeyin arasında sadece bir tanesini beğendim, o da turkuaz renginde bir taşı olan güzel bir yüzüktü. Tam yüzüğe uzanmıştım ki gürültü iyice artmaya başladı. Ses resmen kanımı dondurmuştu. Yüzük elimde kapıdan dışarıya baktım. Tam o anda aşağıya doğru inen kırmızı dev bir mantar gördüm. Bu beni korkutmuştu. Anneme mantarı anlattım bunun üzerine dışarıya baktı ve şöyle dedi:

-Burada kal Yoşi! Siz de çocuklar.

Annem ve babam dükkândan çıkıp gittiler…

Gözlerimi açtığımda yine bir sabahtı sanırım. Her yer griydi ve sağ elimin olduğu yerde hiçbir şey hissetmiyordum. Yavaşça toparlanıp ayağa kalktığımda arkamdan ağlama sesleri duydum. Oraya dönüp baktığımda ise kardeşlerim Yuşi, Mao ve Ju’yu gördüm. Anne ve babam ise ortada yoktu.

 

10 yıl sonra

 

O günden sonra kardeşlerim ile hiç ayrılmadık. Birlikte çalışarak paramızı kazandık, kendimize bir ev aldık ve en önemlisi bomba atıldıktan sonra birlikte hayatta kaldık. Kısacası atom bombası atıldıktan sonra hayatımız böyle geçti. Biraz sonra doktora gideceğim. Sürekli başım dönüyor. Umarım kötü bir şey olmaz…

Felaket haberi aldığımda gözyaşlarım önümdeki kâğıda boşaldı. Hastalığımın adı lösemi imiş ve bu hastalık ölümcül olmakla kalmayıp bir de tedavisi olmayan bir hastalıkmış. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Zamanla toparlandım ve kalktım. Yuşi’yi gördüm, bir paket ve yanında da bir not hazırlıyordu. İşini bitirip dışarıya çıktı. Ben ve diğer kardeşlerim evdeydik. Birkaç saat geçti, Yuşi hala gelmemişti. Kapımız çalındı, gelen kişi hastaneden geldiğini ve kardeşimin on yıl önce atılan atom bombasından etkilenerek yarım saat önce öldüğünü söyledi. Resmen beynim dondu. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Biraz sakinleşince Yuşi’nin hazırladığı pakete baktım. Üstünde Yoşi’ye yazıyordu. Hemen açtım içinden eski bir kimono ve turkuaz renkte taşı olan bir yüzük çıktı.

 

©2022, Dergi Mudita, her hakkı saklıdır.

bottom of page