Cem, Üç Arkadaşı ve Bir Şüpheli
- Elif Verda Baran
- 10 Nis
- 2 dakikada okunur
Yazar: Elif Verda Baran (10 yaşında)
Editör: Zeynep Asya Fazlıoğlu (14 yaşında)

Merhaba. Ben Cem, 10 yaşındayım ve bir kasabada yaşıyorum. Benim bu kasabadaki en yakın arkadaşlarım Mehmet ve Murat. Biz üçümüz süper bir takımız. Birlikte oyun oynamaktan çok hoşlanırız.
O gün Murat ile buluşmuştuk. Sıcaktan dondurma gibi eridiğimiz bir yaz günüydü. Murat ve ben yeşil tepede oyun oynuyorduk. Mehmet üzüntüyle yanımıza geldi en sevdiği kaleminin kaybolduğunu söyledi. Sonraki gün ise Mehmet’in silgisi kayboldu. Daha sonraki gün ise Mehmet ‘in defterlerinden biri kayboldu. En sonunda Mehmet’in suluğu da kaybolunca gruptaki herkes bu ardı ardınca olan kayıpların normal bir kayıp olmadığını anlamıştı. Mehmet çok üzülmüştü. Murat ve Mehmet bir kişiden şüpheleniyordu: Evet, Onur’dan. Onur; sinirli, yapılı, her şeyden şikayet eden ve oyun oynarken sorun çıkaran bir çocuktu zaten. Geçenlerde başka bir arkadaşımızın kalemini izinsiz almıştı. Mehmet‘in de eşyalarını o almış olabilir diye düşünüyorlardı. “Mehmet’in eşyalarını kimin çaldığını gördüm,” dediğimde ikisi de aynı anda “Kim?” diye bağırdı. Ben de “Onur,” diye cevap verdim.
Aslında hiçbiri şaşırmamıştı çünkü zaten ondan şüpheleniyorlardı ama benim nereden bildiğimi merak ediyorlardı ve aynı anda “Sen nereden biliyorsun?” diye sordular. Şöyle cevap verdim: Anlatayım. Öğle arası idi. Siz yemeklerinizi yiyip oyun oynamaya başlamıştınız bile. Ben de susadığım için suluğumu almaya gitmiştim. Fakat tam sınıfa girecekken Onur’un Mehmet’in sırasından kayıp olan suluğunu aldığını gördüm, dedim ve onların yanından ayrıldım. Ben onları uzaktan izlemeye başladım. Birden Mehmet koşmaya başladı. Murat onu durdurmaya çalışıyor ‘Önce sakin ol,’ diye arkasından sesleniyordu. Ben de onları takip ettim. Mehmet olayı anlatmak için yayından fırlayan bir ok gibi kendini öğretmenler odasına attı. Durumu öğretmenimizle paylaştık. Öğretmenimiz ilk olarak Onur’a yapıp yapmadığını sordu. Onur yapmadığını söyleyince doğru olup olmadığını anlamak için kameralara baktı. Mehmet’in eşyalarını Onur’un değil de benim aldığımı gördüğünü söyledi. Öğretmenimiz olanları anlatınca Mehmet ve Murat inanamadı. Çünkü onlar benim yapacağımı hiç düşünmemişlerdi. Murat bunu neden yaptığımı sorunca utanarak Mehmet’in eşyalarını çok beğendiğim için aldığımı ve Onur’dan şüphelendiklerini duyup suçu Onur’un üstüne attığımı söyledim. Mehmet bunu duyunca çok sinirlendi fakat Murat üstüme gitmemesini söyledi ve Mehmet’i sakinleştirdi. Ben zaten çok üzgündüm, üzerime koca bir dağ yıkılmış ve altında kalmışım gibi hissediyordum. Yaptıklarım utanç vericiydi ve ben bu davranışı nasıl yapabildiğimi hâlâ anlayamıyordum.
Mehmet, Murat ve Onur‘dan özür diledim. Üçü de hatamı anladığımı görünce beni affetti. Tabii ki Mehmet ve Murat da Onur‘dan özür diledi. Sonuçta en başında onlar da Onur’dan şüphelenmişti. Onlar Onur’u bilmeden suçladıkları, ben ise suçumu Onur’un üstüne attığım için Onur’a bir hediye almak istedik. Hediyeyi verirken mahcubiyetimizi dile getirdik. Onur buna çok sevindi. Onur’un hediyemizi beğenmesi bizi mutlu etti. Öğretmenimiz hepimizin hatasından ders çıkarmasına çok mutlu oldu.
Biz artık dört kişilik bir grup olmuştuk: Murat, Mehmet, ben ve Onur. Oyunlarımızı beraber oynuyor, ödevlerimizi beraber yardımlaşarak yapıyorduk ve okula beraber gidip beraber geliyorduk. Ben artık anlamıştım. Hiçkimse yalanını başkasının üstüne atmamalı çünkü yalan kor bir ateş gibidir, insanın içini yakar durur. Bu olaydan sadece ben değil Mehmet ve Murat da ders çıkarmışlardı. Bir daha bilmeden, kanıtları olmadan kimseyi suçlamamaları gerektiğini... Sonuçta yapmadığın hâlde suçlanmak ıssız bir ormanda kaybolmaya benzer çünkü kendini yapayalnız hissedersin. Bu olay sınıftaki diğer arkadaşlarımıza da örnek olmuştu ve herkes yalan söylemenin zararlarını izlemişti.