top of page

Duyguların Esareti

  • Azime Nesibe Ustabaşı
  • 10 Nis
  • 3 dakikada okunur

Yazar: Azime Nesibe Ustabaşı (13 yaşında)

Çizer: Hanne Zeynep Dönmez (9 yaşında)

Editör: Muhammed Ali Kurşun (14 yaşında)



Acı, sevgi ve korku yalnızca kaosa yol açar. Ancak biz onları çoktan geride bıraktık.

Kenslub Şehri Başkanı


Hepimiz loş ışıkla aydınlatılan uzun bir koridorda bekliyorduk. Terbiye okulunda ilk günümüzdü ve çok korkuyorduk. Ansızın koridorun başındaki kapı açıldı. İçeriye sert mizaçlı bir adam girdi. Gözlerinde hiçbir duygu yoktu, öfke bile.

O gün birçok şey söyledi ancak aklımda yalnızca biri kaldı. “Burası Kenslub, burada tüm duygular yasak!” demişti adam. “Onları bastıramazsanız, hayatta kalamazsınız!”


Bu sözlerin anlamını şimdi daha iyi anlıyorum. Çocukluğumuzda hepimiz terbiye okullarına gönderilir ve bize duygularımızı nasıl bastıracağımız, bu şekilde en üstün halimize nasıl ulaşacağımız anlatılırdı. Ardından hepimize bir seçim hakkı sunulurdu: Gözetmen, devlet memuru veya benim gibi bir işçi olmak.


Gözetmen veya bir devlet memuru olmak için duyguları bastırmada usta olmak gerekiyordu. Ancak benim gibi duygularını bastıramayan ve “mingav” yani zayıf olarak damgalanmış biriyseniz, bu imkansızdı. Onların tek istediği insanları robotlara çevirmekti ve buna karşı koyarsanız pek de hoş karşılanmıyordunuz.


Yıllar geçmişti. Artık şehrin elektrik santralinde çalışıyordum. Akşam saatleriydi, hava ılıktı. Santraldeki herkes evlerine gitmişti. Tabii ki ben ve Synta dışında. Tüm şehrin elektriğini kontrol eden şalterin yanındaydık ve arkadaşlarımızın işaretini bekliyorduk. Onlar bir havai fişek fırlattığı anda biz de şalteri indirecek ve şehri karanlığa gömerek yapacağımız baskını kolaylaştıracaktık.


İkimiz de sabırla bekliyorduk ama Synta sürekli gözlerini kaçırıyordu. Sakladığı bir şeyler var gibiydi. Tam ona ne olduğunu soracaktım ki havai fişek ansızın patladı. Kaybedecek zaman yoktu. Hızlıca dolabın kapağını açtık ve şalteri indirdik. O anda sadece şehri değil, hükümetin otoritesini de karanlığa gömmüştük.


Beraber santralin çıkış kapısına kadar koştuk. Vardığımızda tüm Rebeller oradaydı. Benim başkanları olduğum asiler… Nefes nefese Glogur’a dönüp durum raporunu istedim. Zümrüt yeşili gözlerinin önüne düşmüş kırmızı saçlarını eliyle çekti ve ciddi bir tonla, “Tam olmamız gereken yerdeyiz.” dedi.


Bunu duyan Hjalpari, sarı saçlarını eliyle tarayıp gülümsedi. Bunu eskiden yapsaydı şu an bizimle olamazdı ama artık kameralar devre dışıydı.

Herkese teker teker baktım ve ardından Synta’ya dönüp “Öyleyse hükümet binasına gidiyoruz. Synta! Ringur ve Maldor ile önden gidip etrafı kolaçan et! Biz arkanızdan geliyoruz,” dedim.

Herkes başını salladı ve yola çıktık.


Karanlık gökyüzünde umudumuzun tek temsilcisi olan Ay’ın altında dakikalarca koştuk. Görünmemek adına daracık arka sokaklardan geçiyor, bir yerlere saklanarak ilerliyorduk. Nihayet hükümet binasına gelmiştik. İn cin top oynuyordu burada, anlaşılan tüm bina boşaltılmıştı. Biz yine de hep beraber binanın içine girip asansörle üst kata çıktık. Asansörden çıkıp sert betona bastığımız anda sanki zaman durmuştu. Sadece kesik kesik nefes alışlarımız ve dışarıda halkı düzene sokmaya çalışan yöneticilerin sesleri geliyordu. Endişeli gözlerle ilerlemeye devam ettik. Ta ki Başkanın odasına gelene dek…


Aralık olan kapıyı tekmeleyerek açtım ve diğerleri de benimle içeri girdi. Başkanın koltuğu arkaya, simsiyah gökyüzüne bakan pencereye dönüktü. Öyle gözükmese de o koltuğun içinde bir adam olduğunu biliyordum. Hem de despot bir adam…


Bu düşüncelerimi doğrularcasına koltuk yavaşça döndü. O sırada ilk defa onun gözlerinin içine baktım. Bakışları buz gibiydi ve küçümseyiciydi, yine buz mavisi olan gözleri de bunu pekiştiriyordu. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. Arkamdakilere doğru göz gezdirdi. Birkaç saniye sonra eliyle “gel” işareti yaptı. Bununla beraber Synta, Ringur ve Maldor başkanın yanına geçti. O anda sanki içimden bir şey koptu. İhanetin pis kokusu şimdiden tüm odayı sarmıştı. Neyse ki benim de bazı planlarım vardı.

Bana bakan başkan, alaycı bir sesle “Seni en baştan buraya getiren bendim Quaj. Beni yıkabileceğini mi düşünüyordun?” diyerek resmen bana meydan okudu. “Ah, keşke buraya getirilmeyi isteyen kişinin ben olduğumu bilebilseydin,” diye geçirdim içinden.


Düşünmeden “Herkesin sadakati göründüğü gibi olmayabilir, başkan! Senin casuslarının bile…” cevabını verdim ve işaretimle birlikte Maldor iri cüssesiyle Ringur ve Synta’yı yerlerine çiviledi. Başkan donup kalmıştı. Anlaşılan benim gibi bir Mingav’ın onun casusları arasına bir casus yerleştirmesini beklemiyordu. Ben de zaten klişe hareketler yapan birisi değildim. Çok oyalanmayıp yanımdaki kelepçeyi bileklerine geçirdim ve işini bitirdim.


Günler sonra:


Halk koca bir meydanda toplanmıştı. Çoğu gülümsüyor ve ışık saçıyordu. Kimisi bir köşeye çekilmiş hüngür hüngür ağlıyordu, kimi ise öfkeli gözlerle etrafı süzüyordu. Bu sırada eski başkan ve casusları hücrelerinde oturmuş hallerinden yakınıyorlardı.


Biraz sonra meydanın ortasındaki yuvarlak sahneye genç bir erkek çıktı. Mavi gözleri güneş ışıklarıyla parlıyor, kömür karası saçları rüzgârda uçuşuyordu. Halka göz gezdirdikten sonra kararlı bir ses tonuyla söze girdi;

– Ben Kenslub’un yeni başkanı Quaj Djavur! Bugün burada söylemek istediğim tek bir şey var. O da: Burası Kenslub, burada tüm duygular serbest!

©2022, Dergi Mudita, her hakkı saklıdır.

bottom of page