Kırmızı Kapılı Ev
- Beril Arısoy
- 4 Kas
- 2 dakikada okunur
Yazar: Beril Arısoy (11 Yaş)
Çizer: Rabia Betül Koçyiğit (11 yaşında)
Editör: Salih Doygun (12 Yaş)

Bence o ev hiç ama hiç tuhaf değildi. Herkes abartıyor. Sokağın sonunda, domates gibi kırmızı bir kapısı var o kadar. Ama herkes ondan uzak duruyor. Ben durmam. Cesurum çünkü.
Kapı koluna dokundum; buz parçası gibiydi. Ama elimi çekemedim. Parmaklarım sanki oraya yapıştı, koparıp aldım kendimi. Kapı kendi kendine aralandı—yavaşça, gıcırdayarak.
İçeri girince burnuma ıslak toprak ve naftalin kokusu geldi. Tozlar havada minik yıldızlar gibi uçuşuyordu. Korkmadım. Sadece biraz… serindi, hepsi bu.
Koridordaki lamba üşüyen bir ateşböceği gibi titriyordu. Duvarlardaki gölgeler kendi aralarında fısıldaşıyor gibiydi. Bir gölge kımıldadı sanki—ama olamazdı, çünkü ben yalnızdım. Merdivenlere bastım; hasta bir dinozor gibi inledi. O kadar gürültü çıktı ki biri beni duyacak sandım. Tam o sırada “Yukarı çıkma,” diye bir ses duydum sanki, ama kesin rüzgârdı. Hem rüzgâr kubbeli… yani şey, pencereli evlerde olur. Olur tabii.
Yukarı çıktım. Üst kattaki kapı yarım ay gibi aralıktı. İttim. Oda buz gibi—dişlerim hafifçe tık tık yaptı. Oda neredeyse tamamen boştu; sadece ortada toz içinde bir masa ve tek bacağı eğrilmiş bir sandalye vardı. Masadaki eski defter dikkatimi çekti. Kapağı sanki kendi kendine nefes alır gibi kıpırdadı. Belki rüzgâr… ya da ben öyle sandım.
Defteri açtım. Sayfalar ince çiziklerle doluydu, sanki biri tırnaklarıyla yazmış gibiydi. Bir yerde “Kurtul”, başka bir yerde “Geç kalma” yazıyordu. Ama eminim şakaydı. Büyükler hep çocukları korkutmak için böyle şeyler yapar, değil mi?
Bir anda arkadan bir gölge geçti. Gözümün ucuyla gördüm—uzun, ince, insan gibi ama… değildi. Arkama döndüm. Boşluk. Zaten defteri kapatınca gölge kayboldu. Bu yüzden telaşlanmanıza gerek yok. Sadece perde kendi kendine hareket ediyordu. Perde mi? Ama pencereler kapalıydı.
O an defterin sayfaları kendi kendine çevrilmeye başladı. Bir “çıt” sesi duydum. Merdivenden biri iniyordu. Yavaş, düzenli…Tahta her bastığında ev derin bir nefes alıyor gibiydi.
Boğazım kurudu. Ellerim buz kesti. “Belki… kedidir,” dedim kendi kendime. Ama o evde hiç kedi yoktu.
Ve sonra… adımı fısıldadı biri. “Gel…”
Ses bu sefer çok yakındı—sanki tam kulağımın içindeydi. Bir adım geri çekildim. Kalbim davul gibi çalıyordu, ama bacaklarım hareket etmiyordu. Gölge yavaşça yaklaştı. Ayaklarımın altındaki tahta çatladı. “Gel,” dedi tekrar. Bu kez nefesini hissettim, soğuk, nemli, karanlık bir nefes.
Bir çığlık atmak istedim ama boğazımdan sadece hava çıktı. Bir el omzuma dokundu—buz gibiydi. Döndüm. Hiç kimse yoktu. Kalbim hızlı hızlı kanat çırpan bir kuş gibiydi.
Defter yere düştü. Sayfalar savruldu, içlerinden biri yüzüme yapıştı. Üzerinde tek bir kelime yazıyordu: “Uyan.”
Sonra… her şey karardı.
“Uyan!”
Gözlerimi açtım. Annem başımdaydı, elinde bir bardak su. “Yine mi kabus gördün?” dedi, alnımdaki teri silerken.


