Okul Yolunda
- Elif İrem TÜRKEL
- 9 Nis
- 3 dakikada okunur
Yazar: Elif İrem Türkel (12 yaşında)
Editör: Mustafa Asım Acar (12 yaşında)

Gözlerini açmasıyla birlikte soğuk ona göz kırptı. Ama bu hiç de güzel bir göz kırpış değildi. Sanki “Bugün seni seçtim,” der gibiydi. Milou, yatağından istemese de mecburen çıktı. O da her çocuk gibi sıcacık yatağının içinde kalıp uyumak istiyordu ama alarmın bitmek bilmeyen, insanı gıcık eden o sesi odanın içinde yankılanıyordu ve kapatmazsa annesi gelecek; alarmı kapatıp bir güzel onu uyandıracaktı. Zor bir şekilde ranzanın merdivenlerinden aşağı indi. Sanki enerjisini ranzanın üç beş merdiveninde harcamış gibi hissediyordu. Ranzanın alt katında uyuyan kardeşini uyandırmamak için parmak ucuyla yürüyüp odanın diğer ucuna gitti. Alarmın “Bam, küt, şşş! Bam, küt, şşş!” sesini kapattı. Uyumak için yatağına geri dönecekti ki soğuk, iliklerine kadar her yerinden geçti ve Milou’nun kalan bütün uyku hücrelerini uyandırdı. Milou ofladı, pufladı ve pijamalarını çıkarıp okul formasını giymeye başladı. Hava o kadar soğuktu ki kendini tir tir titremekten alıkoyamadı.
Annesinin insanı ninni gibi büyüleyen sesini duydu. Tahminine göre sesi mutfaktan geliyordu. Şarkı söylüyordu. Milou, odanın içinde dans edip dönerek annesine doğru koştu, annesinin onun yanağına göre çok sıcak olan yanağına öpücük kondurdu. Damarlarında sıcacık kanın dans edişini hissettiğinde daha da mutlu oldu ama soğuğun ondan gizli planladığı şeylerden haberi yoktu. Hızlıca annesinin özenle hazırladığı kahvaltısını yaptı. Saate baktı, on dakikası vardı. Hemen ders programına bakıp dün akşam kasıtlı olarak hazırlamadığı çantasını hazırlamaya koyuldu. Elleri buz gibi olmuştu. Kitaplarına dokunurken dondu ama bunun dışında bir sıkıntısı yoktu. Saate baktı, beş dakikası kalmıştı. “Durağa anca giderim,” diye düşünüp ayakkabısını ayakkabılıkta aramaya başladı ama bulamadı. Sonra ayakkabılarını buz gibi soğuk olan balkonda unuttuğunu hatırladı. Balkona çıktı, hava çok soğuktu bir de rüzgâr vardı. Rüzgâr tam Milou’nun simsiyah saçları arasında dolaşacaktı ki Milou, ayakkabılarını alıp kendini eve attı ve balkonun kapısını bir güzel kapattı. Saate baktı, iki dakikası kalmıştı. Hemen dışarı fırladı.
Otobüsü kaçırma ihtimali %48,9’du. Ama yetişebilirdi de. Koşabildiği kadar hızlı koştu. Boğazı yanıyordu, bacakları iflas etti edecekti, başı zonkluyordu ama o yine de durmadı. Koşmaya devam etti. Otobüsün yaklaştığını duyduğu hırıltılı sesten anlayabiliyordu, o da yaklaşmıştı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. 5 metre daha koşabilirse otobüse yetişti demekti. Koşmaya devam etti, nihayet durağın başını görmüştü. Hemen sola döndü, karşıya geçti ve saniyeler sonra gelecek olan otobüsü beklemeye başladı. Kalbinin temposu çok yüksekti. Elini kalbine götürdü: güm güm, güm güm, güm güm… Çok hızlı atıyordu. Yavaşça nefes aldı ve otobüs geldi. Her şey saniyeler içinde gerçekleşmişti. Artık soğuğu umursamıyordu. Ayak parmaklarını hissetmiyor gibiydi ama umursamadı. Otobüse bindi. Otobüs tıklım tıklımdı, oturacak yeri geçti, nefes alacak bile yer yoktu! Güçlükle tutunacak bir yer buldu. Artık nefesi yavaşlamıştı. Otobüsün hareket etmesiyle beraber düşüncelere daldı. Hayat nasıl da hızlıca akıp gidiyordu… Sanki az önce yatağından zar zor çıkmamış gibi takati kalmayana kadar koşmamış gibi hissediyordu.
Milou kendi kendine daha derin düşüncelere daldı. Saat geçiyordu. Trafik de artmıştı. Geç kalacak gibi duruyordu. Hemen düşüncelerinden sıyrıldı ve otobüse tezahürat yapmaya başladı. Bunu bağıra çağıra yaptığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, mırıldanarak tezahürat yapıyordu: Re re re, ra ra ra, 29M çok yaşa! En büyük otobüs, bizim otobüs! Saatine baktı. On dakika sonra okulu başlıyordu. Tezahüratlarını daha hızlı söyledi. Yetişebileceğini biliyordu, daha doğrusu inanıyordu. Saatine tekrar baktı. 5 dakikası kalmıştı. Otobüsün içi pek de sıcak sayılmasa da dışarıda olmaktan iyiydi. Bu yüzden otobüsten ayrılmak bile biraz hüzün vericiydi. Ama Milou’nun buna ayıracak vakti yoktu, otobüs durur durmaz indi ve karşıya geçmek için hızlı adımlarla, sağına, soluna bile bakmadan, yola atladı. İşte tam da o sırada bembeyaz, yeni yıkandığı belli olan bir araba da oradan geçiyordu. Tam Milou’ya çarpıyordu ki... Milou, simsiyah bir karanlığın içindeydi. Gözlerini açtı, evinde ve yatağındaydı hatta soğuk da oradaydı. Bir dakika bir dakika, hepsi bir rüyaydı! Rüyasında yaşadığı her şeyi şimdi tekrardan yaşamak zorunda olduğu aklına gelince neşesi bozuldu. Zorlu bir gün onu bekliyordu, oflayarak yatağından kalktı...