top of page

Oyunbaz

  • Ahmet Kağan Aksu
  • 9 Nis
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Ahmet Kağan Aksu (11 yaşında)

Editör: Salih Doygun (12 yaşında)



Ben on bir yaşındayım. Benim dünyam oyun. Nefes gibi, kelebeklerin dansı gibi... Mahallede oyun alanımız var. Hayallerimize göre hazırladık bu alanı, tüm mahalleliyle. Körebe, saklambaç, çelik-çomak gibi oyunları kalabalıkla oynarız. Üstelik bu oyunlar anne-babalarımızın çocukluğundan kalma. Ödevler bitti mi hemen oyun alanınakoşarız. Annem çocukların dünyaya iyi geleceğini ve bunun da oyunlarla olacağını söylüyor her zaman. Oyun bizim için nefes almak gibi ve bence hayatın bir simülasyonu.  Bence biz her şeyi oynayarak daha iyi öğreniyoruz. Mesela ben çıkarma işlemini bakkal oyunundan sonra daha iyi yapmaya başladım. Evcilik oynarken Zeynep ‘in dedesi olduğumdan beri neneme daha özenle-umarım öyledir- davranıyorum. Bizim mahalle gerçek hayatın içinde deneme-yapma atölyesi. Her şeyi deneyebileceğin bir alan. Üstelik çok eğlenceli. İşte ben de oyun oynamaktan vaz geçemiyorum.

 

Hangi oyun tam senlik derseniz: Futbol. Vakitsiz bir oyun benim oyunum. Sabah, öğle, akşam ilaç niyetine oynanır. Aç veya tok karnına hiç fark etmez. Bitkilerin fotosentez yapması gibi, futbol da benim sağlığım için gerekli. Pazartesi akşamı arkadaşlarımla 20:00’de buluşacaktık futbol oynamak için. Biraz geciktim buluşmaya, malum yazılı haftası. Sonra giydim formamı, topumu alıp fırladım hemen.

 

Oyun alanına Oyunbaz adını vermiştik oy birliğiyle. Oyunbaza doğru koştum. İşte herkes beni bekliyordu. Geç kaldığım için yanaklarım pembe menekşeler gibi olmuştu. Seslendim bizim takıma:

- Özür dilerim beyler, geciktim.

-...

- Hey! Duymuyor musunuz beni?

-...

Evet gerçekten duymuyorlardı beni. Herkes olduğu yerde kalakalmıştı. Hareketsiz, öyle bakıyorlardı. Aman Allah’ım! Arkadaşlarımın hepsi Affan Dede -sayışmaca dedemiz- gibi olmuştu. Bembeyaz saçları ve sakalları vardı. Biraz da korkarak yaklaştım yanlarına. Yok yok Affan Dede gibi değil, onun heykeli gibiydi hepsi. Ellerine dokundum, buz gibi. Ardından bir ses duydum ve hemen saklandım. Çöp toplayıcısı mı uzay aracı mı belli olmayan bir makinenin sesi. Oyunla ilgili ne varsa yeşil bir ışık yakarak her şeyi yukarı çekti. Oyun, oyun kuralları, oyun araçları, toplar, sopalar...

 

Elimde topumla olanları seyredebildim sadece. Tüm bunlar birkaç saniye içinde oldu.  Bir anda tüm renkler kayboldu. Ağaçlar gri, gökyüzü simsiyah... Siyah gökyüzünün altında evlere dağıldık. Artık sadece okula gidip eve geliyorduk. Mahalledeki tüm sesler susmuştu, kuş cıvıltıları bile. Okuldaki kavgalar her geçen gün artıyordu. Çünkü kimse kimseyi anlamıyordu. Oyunlarla birlikte tüm sevecenliği gitmişti mahallenin. Bir yıl içinde anlayışsız, bencil insanlara dönüverdik. Sadece kavgayı biliyorduk, sadece. Okuldan eve yürürken o günü tekrar düşündüm. Oyunları alırken düşüncelerimizi unutmuşlardı. Tabii ya, elimde topum, top... Evet, top! İçim birden kıpır kıpır oldu. Koştum Oyunbaz’a. Topu gökyüzüne doğru havaya diktim. O kadar gitti ki kayboluverdi top. Sonra büyük bir ses. Gök gürültüsü gibi... birden renkler dağıldı her tarafa. Birbirinden neşeli kahkahalar... sesi duyan herkes koşarak geliyordu, tüm arkadaşlarımın yüzünde kocaman bir gülümseme. Başladım topla pas vermelere. Gökten oyun yağıyordu. Sadece oyun da değil, neşe, empati ve çocukluk yağıyordu.

 


©2022, Dergi Mudita, her hakkı saklıdır.

bottom of page