top of page

Zamanın Kıyısında

  • Azime Nesibe Ustabaşı
  • 10 Nis
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Azime Nesibe Ustabaşı (13 yaşında)

Çizer: Berra Kandemir (10 yaşında) Editör: Buğlem Ayaz (13 yaşında)



Sımsıcak bir yaz günü… Güneş, kavurucu sıcaklığıyla tam tepemde; alnımdan boncuk boncuk ter damlaları süzülüyor. O sırada bir dondurmacının yanından geçiyorum. Dondurmacı, o gür sesiyle “Dondurma, dondurma! En güzel dondurmalar burada!” diye bağırıyor. Anneme dondurma alması için adeta yalvarıyorum ve o da en sonunda dayanamayıp bana bir tane alıyor. Hem de en sevdiğimden! Mmm! Tadı o kadar güzel ki kendimden geçiyorum. Ama sonra aklıma bir şey takılıyor: Az sonra bu dondurma bitecek! Endişeyle dondurmama bakıyorum çünkü dondurmam biterse onu artık yiyemeyeceğim.


O sırada rüzgâr hafifçe esiyor. Aynı “Dondurman daha bitmedi, bu yüzden şu anın tadını çıkar!” der gibi.


Zaman ve geçiciliği hakkında bunun gibi onlarca örnek verebiliriz. Peki ya zamanı nasıl kavrarız? Çevremizdeki pek çok şeyi beş duyu organımızla algılayabiliriz; ancak bu, zaman için geçerli değildir. Onu tutamaz, duyamaz veya göremeyiz. Öyleyse zamanın varlığından nasıl bu kadar emin olabiliyoruz?


Zamanın varlığını aslında yalnızca zamanın hayattaki farklı varlıklar üzerindeki etkileri ve bu varlıklarda meydana gelen değişimleri gözlemleyerek anlamlandırabiliriz. Demin verdiğimiz örnekteki gibi her dondurma erir, her dersin bir teneffüsü vardır. Bunlar ise yalnızca zamanın varlığıyla mümkündür.


Zamanı durduramayız; o, coşkun bir nehir gibi akar ve asla ama asla durmaz. Bir nehrin içindeki su damlalarını kendisiyle beraber götürmesi gibi o da tüm varlıkları ileriye doğru götürür. Bu süreçte de bazı şeyler biter ama yerine yenileri gelir.


Bir şeylerin bitmesi genellikle çoğu kişiyi üzer. Herkes sonsuza kadar sahip olabilecekleri şeyler ister: hiç bitmeyen bir dondurma, kendilerini asla yalnız bırakmayan bir arkadaş veya benzini hiç bitmeyen bir araba. Ancak bunlar imkânsız şeylerdir.


Peki ya bu imkânsızlık o kadar da kötü müdür? Aslında hayır. Çünkü çevremize bakarsak, her zaman bir şeylerin bitmesiyle yerine başka şeylerin ortaya çıktığını görürüz. Belki bir çiçek solar, ancak onun yerine bir başkası çıkar. Bir teneffüs sona erebilir; ancak dersin ardından yine teneffüs vardır.


Ayrıca her şey sonsuz olsaydı, hayat oldukça sıkıcı hale gelirdi. Her gün aynı yemeği yemek, aynı arabaya binmek, aynı insanları görmek… Bu o kadar bunaltıcı hale gelirdi ki! Bir süre sonra bıkar ve “Keşke her şeyin bir sonu olsaydı,” derdik.


Bu yüzden, sahip olduklarımızın kıymetini bilmeli ve şu anın tadını çıkarmalıyız. Ne de olsa hiç kimsenin coşkunca akan bir nehre karşı koyamayacağı gibi, biz de zamanın akışına karşı koyamayız. Öyleyse bize, o akışa kendimizi bırakmak kalıyor. Aynı Antik Roma’nın bilge hükümdarı Marcus Aurelius’un da dediği gibi: “Şu an yaşadığın an, sahip olduğun tek şeydir.”

©2022, Dergi Mudita, her hakkı saklıdır.

bottom of page