Ailesiz Yaşarsan Olacaklar
- Meryem Sare İbili
- 27 Eyl
- 3 dakikada okunur
Yazar: Meryem Sare İbili (10 yaşında)
Editör: Fatma Zehra Demirci (12 yaşında)

Hayalistan adında bir ülke vardı. Bu ülkenin Hayal Gücü şehrinin, Hayal Et ilçesinde bir kasaba bulunurdu. Bu kasabanın adı ’Kavgacı’ idi. Kasabadaki aileler birbirlerini hiç sevmiyordu. Sürekli kavga ediyorlar, birbiri ile hiçbir türlü anlaşamıyorlardı. Bir gün iki aile öyle bir kavga etti ki, sonrasında beş aile daha onlara katıldı. Kavga böyle büyüdü ve gitti, kasabalıların diğer sakinleri, aileleri zor ayırdılar. Bu olaydan dolayı belediye başkanı bir karar aldı. Karar şu idi; “Sayın kavgacı aileler, artık herkes tek başına yaşayacak. Ben yeni mini evler yaptıracağım. Siz de bu evlerde tek başınıza yaşayacaksınız. Birlikte yaşayanlar görülürse sonsuza dek hapse atılacak “. Tüm halk bu duruma çok sevindi. Başkan hemen yeni, tek kişilik minik evler yaptırdı. İnsanlar akın ederek evlere doluştu ve tek başına yaşamaya başladı.
İlk başta yalnızlık güzeldi. İnsanlar hem sütlü ve bulgur pilavı kokan çikolatalarını paylaşmak zorunda değil, hem de kendilerine ait olan eşyaları kimseye vermek zorunda da değillerdi. Ama gün geçtikçe insanlar artık biraz sıkılmaya başladı. Çünkü tek başına yaşamak hiç eğlenceli değildi, internette beğendiği videoları kimseyle paylaşamıyor, drone ile sipariş ettiği yeni eşyalarını hiç kimseye gösteremiyordu. Bu ve bunun gibi şeyler her geçen gün sıkıcılığı arttırdı. Gün geçtikte daha çok, daha çok ve daha çok.
Derken günlerden bir gün halktan bir kişi hasta oldu. Hastalık bulaşıcı idi. Herkes tek başına yaşadığı için kimse ona bakamadı. Doktor çağırabilseydi bile doktorla beraber sonsuza dek hapse atılırdı. Kimse sonsuza dek hapse atılmak istemezdi. Bu yüzden hiçbir şey yapılamadı. Ama hastalığın seviyesinin artmasıyla birlikte ortaya çıkan güçlü rüzgârla yan evdeki kadına bulaştı. Hastalık böyle böyle tüm kasabaya bulaşmaya başladı. Neredeyse herkese bulaşmıştı. Kimileri ölüyor, kimileri ağrıdan kıvranıyor, kimileri de yalnızlıktan deliriyordu. Durum fenaydı. Sokaktan kırılan camların, insanların, yardım çığlıklarının ve kendi kendine bağırarak sayıklamalarının sesleri geliyordu. Çok korkunçtu.
Hastalık sadece camlarını hiç açmayan insanların evlerinin içine girmemişti. Pencerelerini açmayan kişiler, yalnız yaşamaktan sıkılanlardı. Öyle sıkılmış, öyle sıkılmışlardı ki sıkıntıdan pencerelerini açmayı bile unutmuşlardı. Ama hastaların dışarıdan gelen korkunç sesleri o kadar yükselmişti ki duymamak imkansızdı ve artık insanlar bu sesten korktular ve kasabadan çok hızlı bir şekilde dağdaki mağaraya koştular. Mağaranın kapısını devasa bir taşla kapattılar.
İlk olarak ne yapacaklarını konuştular ve hızlıca harekete geçtiler. Önce yeri kazarak mağaradaki gizli su kaynağını buldular. Sonra bir çukur kazıp suyu oraya topladılar. Biraz yiyecek bulmak için dağın tepesindeki ormana meyve ve sebze toplamaya gittiler. Meyve ve sebzeler çok güzel toprak kokuyordu. Topladıklarını pişirip yediler. Sonra kalan meyve, sebze ve dağlardan topladıkları otlarla kasabayı eski haline getirecek bir formülün üzerinde çalışmaya başladılar.
İki gün sonra ortaya çıkardıkları formülü farelerin üzerinde denediler. Çok gergindiler. “Ya olmamışsa” diye düşünmeden edemiyorlardı. Formülden önce tek başına hareket eden fareler, formül uygulandıktan sonra artık toplu halde hareket etmeye ve kahkaha atmaya başladılar. Sonra formülün işe yaradığını anladılar ve formülü tüm kasabaya yayabilmek için ‘fışkırtıcı’ adında bir icat yaptılar. Fışkırtıcıyla formülü tüm kasabaya fışkırttılar; “kroşt, kroşt”. Tüm kasaba mışıl mışıl bir uykuya daldı ve uyandıklarında hep beraber hareket etmeye ve kahkaha atmaya başladılar. Kasabayı kurtaranlar, kasabaya geri döndüklerinde büyük bir coşkuyla karşılandılar. Belediye başkanı almış olduğu karardan dolayı sonsuza dek hapse atıldı. Kasaba halkı minik evleri yıkarak birlikte yaşayabilecekleri kocaman evler yaptılar. Kasabanın yeni ismini de ’Mutlu Aile’ koydular. Artık aileleri ile mutlu bir şekilde yaşıyor, evlerden kahkaha, mutluluk, sevinç ve huzur sesi eksilmiyordu.


