Bir Efsane: Eskişehir'in Lüle Taşı
- Aişe Serra Akyel
- 10 Ağu
- 3 dakikada okunur
Yazar: Aişe Serra Akyel (13 yaşında)
Editör: Dilara Çamur (14 yaşında)

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlere kurban bayramı bitiminde ailemle yaptığım Eskişehir yolculuğundan bahsedeceğim.
O akşam aniden Eskişehir’e gitme kararı aldık. Sabah erkenden, kahvaltı bile etmeden yola koyulmamızdan da tahmin edersiniz ki, Eskişehir bulunduğumuz şehre o kadar da uzak değildi ve kahvaltımızı orada yapabilirdik.
Şöyle ki, Eskişehir Bursa’dan iki buçuk saat uzaklıkta. Sabahın erken saatlerinde kalkıp yolculuk için hazırlandıktan, Bursalıların göz bebeği Uludağ’a veda ettikten ve yolun ilk saatini tamamladıktan sonra, yol kenarında bir yerde mola verdik. Açıkçası durduğumuz yer ne bir konaklama yeriydi, ne de öyle bir şey. Sadece bir köyün yakınlarındaki bir derenin yanıydı.
Derenin, uzun ağaçların ve sarmaşıkların doğal şarkısı o kadar hoştu ki... Havanın biraz sıcak olduğunu ve bu yüzden o serinliğin bize iyi geldiğini hatırlıyorum. E tabii temiz havayı ve ıslak toprak kokusuna karışan yaprakların kokusunu da unutmamak gerekir. Hangi mola mekanı bu kadar doğal ve güzel olabilir ki?
Babam, annem ve ablam o derenin yakınında dolanırken, ben ve abim derenin üzerindeki köprüden geçtik ve köye şöyle bir göz attık. Çok vaktimiz olmadığından fazla bakamadık fakat sade ama ilgi çekici bir köy olduğunu söyleyebilirim.
Sonra herkes tekrar arabaya doluştu; yola çıktık ve kalan bir buçuk saatlik yolu da tamamladık. Ben o sırada uyuyordum, bu yüzden yolculuk detaylarını veremeyeceğim. Size kesin olarak söyleyebileceğim tek şey, Eskişehir’in genel olarak ovalardan ve düzlüklerden oluşuyor olması.
Biz Eskişehir’in Odunpazarı ilçesini gezmeye karar vermiştik. Bilmeyen varsa, Odunpazarı’nı şu şekilde tasvir edebilirim: Karabük’e acayip benziyor. Gerek şirin pencereli, rengarenk, iki katlı evler, gerekse her sokağın köşesinde illaki karşınıza çıkan sanat galerileri olsun, Karabük’ü gerçekten andırıyor. Fakat Eskişehir gerçekten de dümdüz. Tepeler var, ama dağlar en azından göründüğü kadarıyla, pek fazla değil.
Gittiğimizde ilk yaptığımız şey, açlıktan zil çalan karınlarımızı doyurmak oldu. No 9. adlı şirin bir lokantaya girdik. Aslında tam lokanta denemez, çünkü bir evi lokantaya dönüştürmüşler. Evinizde gibi hissediyorsunuz, ayrıca ağaçlı bir arka bahçesi var ama muhtemelen orada yer bulamazsınız.
Yalnızca 5. gününde olmasına rağmen oldukça iyi bir menüsü vardı. Tostlar bazlamadan yapılmıştı ve inanılmaz güzeldi. Bir gün yolunuz düşerse kesinlikle uğrayın diyorum, başka da bir şey demiyorum.
Karnımız doyduktan sonra, öğlen olmuştu. Öğle namazı için sıradan bir camiye uğradık. Daha sonra da bir sanat galerisini gezdik ve şirin bir Eskişehir hatırası aldık. Ayrıca sanat galerisinde heykel atlar vardı ve çok güzellerdi.
Sanat galerisinden sonraki durağımız lületaşı müzesi oldu.
Adı geçen müze, Kurşunlu camiinin hemen yanında. Gitmek için arabayı tercih etmeyin, sokaklar çok dar ve camiinin orada park yeri bulmak imkansız. Arabanızı makul bir yere park edin ve oraya yürüyün. Biz öyle yaptık.
Lületaşı müzesi: uzun, dar koridorlardan oluşuyor. Cam bölmelerde eski lületaşı eserler sergileniyor. Ayrıca lületaşının bir efsanesi de var:
“Bir yaz günü Kara Tepe mevkiinde civar köylere bir delikanlı yere oturup yemek yemeğe başlamış; birden ayakucunda gözüne takılan bir delikten önü sıra bir taşı yuvarlayıp çıkan bir köstebek görmüştür. Köstebek taşla oynamaya başlamış ve delikanlı bu taşı almış bıçağıyla başlamış kesip oymaya. İlk bıçak sürtmesinde dünyasında görmediği, duymadığı bir ses; “Ah insanoğlu bana kıymasaydın!” demiş. Taş yere düşünce dünya güzeli bir kız olmuş, sonra ufalanmış yuvarlak tostoparlak bir hale gelmiş. Delikten yuvarlanıp içeriye girmiştir. Delikanlı da başlamış o deliği açmaya, günlerce devam etmiş yedi kat aşağıya inmiş. Köylüler günlerce aramışlar. Daha sonra onu boğulmuş olarak bulmuşlar. Elinde sıkı sıkı tuttuğu birkaç taş duruyormuş. Bu taşlar Lületsşı’ymış
Bu güzel efsaneyi okuduğumda çok etkilendim. Ayrıca yabancı turistler için İngilizce çevirilerinin de bulunduğunu belirtmek gerekir.
Benden şimdilik bu kadar... Eskişehir’de gezilmeyi bekleyen çok yer var ama bir günde bitirmenize imkan yok. Örneğin daha uçak müzesini anlatmadım. Ama o da başka bir yazının konusu olsun değil mi.