Bir Çift Gözdeki Umut
- İsra Bilden
- 10 Ağu
- 3 dakikada okunur
Yazar: İsra Bilden (12 yaşında)
Editör: Naile Nur Ceylan (13 yaşında)

Herkesin eli ayağı birbirine girmişti. Annem bir yerde oturmuş, kardeşim ağlıyor, babam diğerlerine neler yaşandığını soruyor, ben de korkuyla üzerimize yağan bombaları izliyordum.
Boom boom!
İnsanlar bağırıyor, ağlıyor ve ne yapacaklarını bilmiyordu.
Günler dehşetle devam ediyordu. Her gün şehre onlarca bomba düşüyor, bazense askerler gelip birilerini yaka paça tutup götürüyor ve asla geri getirmiyordu. Bu olaylar yaşanırken hiçbir ihtiyacımızı karşılayamıyorduk. Gerçi ara sıra yardım kolileri geliyordu ama onlar da yardıma mı yoksa çöplüğe mi gelmiş bilemiyorum. Hâlimize acıyan bazı ülkeler para kazanmamız için fabrikalar açıyordu. Açılan fabrikalara da öyle herkesi almıyorlardı. Ben de fabrikaya girebilen şanslılardan biriydim.
Bu durumun içindeyken yiyecek bir lokma ekmeğimiz bile yoktu. Buna rağmen zor şartlar altında çalışmaya devam ediyorduk. İşe başladığımız ilk zamanlarda günde iki öğün yemek verirlerdi ve biz de gece gündüz çalışırdık. Bir hafta sonrasında ise bir öğünü bile zor bulmaya başladık. Bu yüzden gece çalışmayı geçtim gündüz bile çalışacak gücümüz kalmamıştı. Bir süre sonra fabrikada herkes hastalanmaya başladı ve ölüm sayıları arttı. Beni harekete geçiren şey ise vücudumda deri dökülmelerinin başlamasıydı.
Artık buna dur demeliydim. Canımız yanıyordu! Bir gece fabrikanın yöneticisini ararken ansızın bilmediğim bir koridora girdim ve şunları duydum:
-Çalışan sayımız her geçen gün azalıyor. Bir şeyler yapmalıyız. Yemeklerin içine ilaç koyamazsak çocukların gece çalışmasını nasıl sağlayacağız?
-Bilmiyorum ama bu gidişle ilaçlar yüzünden bütün çocuklar ölecek.
-Boş ver, zaten herkes kendi canının derdinde. Kimse çocuğunu düşünmez.
Duyduklarım beni şok etmişti. Burada geceleri de uyanık kalma sebebimiz yemeklerin içine ilaç koymaları mıydı! Yoksa ailemize haber vermezsek ölecek miydik!
Bu olaydan sonra gizlice anneme yaşadıklarımı anlatan mektuplar yazdım. Ama hiçbirine cevap alamadım. Acaba okumadı mı ya da savaş sırasında mı kayboldu?
Bir gün fabrikanın bahçesinde oturmuş, buradan nasıl kurtulacağımı düşünürken arkamdan bir ses geldi. Askerlerin geldiğini düşündüm ama döndüğümde kardeşim Ömer’i gördüm. Hemen yanına gitmek istedim fakat telleri geçmek neredeyse imkânsızdı. Ömer, annemin beni çok merak ettiğini ve benden haber almak için geldiğini söyledi. Ona başımdan geçen her şeyi anlatıp, bizi kurtarması gerektiğini anneme söylemesini istedim.
Günler, haftalar geçti, kardeşim ortada yoktu.
Ama o gün hepimiz iş yaparken birkaç adam Ömer’i yakasından tutmuş getiriyordu. Ömer, acı içinde adamların elinde çırpınıyordu. Adamlar onu fabrikanın ortasına atıp gittiler. Birkaç dakika sonra kardeşim bana koştu ve şunları söyledi:
-Abla, senin söylediklerini anneme iletmeye giderken askerler beni yakaladılar. Fabrikadan kaçtığımı zannettiler ve buraya getirdiler. Artık kimse bizim burada olduğumuzu bilmiyor.
Bu sözlerden sonra sadece benim ve kardeşimin ağlama sesleri duyuluyordu. Ama içimde hâlâ bir umut vardı.
Aylar sonra bir gün kardeşimle koli taşırken fabrikanın kapısı taşlanmaya başladı. Askerlerin geldiğini zannetmiştim. Herkes bir yere saklanıyordu. Bir süre sonra taşlara dayanamayan kapı kırıldı ve içeri birileri girdi. Askere benzemiyorlardı. Tam o anda gelen kişilerin diğer çocuklara sarıldığını fark ettim. Yanımdaki çocukların “anne, baba!” bağırışları kulağımda yankılanıyordu. Herkes ailesine kavuşmuş, ama ben ve Ömer hala elimizde koliler bekliyorduk. Belki bir, belki iki dakika kadar bekledik. Ama o dakikalar bana bir ömür gibi geldi.
Hiç hareket etmeden ve hiç ses çıkarmadan sadece olanları hayretle izliyorduk. Korkuyor muydum, endişeli miydim, yoksa sinirli mi? Hiçbir fikrim yoktu. O sırada birinin bize elini uzattığını gördüm. Sonrasında ilaçlardan veya yorgunluktan olsa gerek bir anda gözlerim kapandı. Gözlerimi açtığımda ise annemin yaşlı gözlerini gördüm, gördüğüm bu gözler karanlık fabrikada gecemi aydınlatan bir nur gibiydi… Annem, ben ve kardeşim sarılıp bütün özlemimizi giderdik.
Savaşı soracak olursanız bizim fabrika olayından birkaç yıl sonra karşı devlete hiçbir ülke destek vermemeye başladı. Ülke eski gücünü kaybetmişti. Bu yüzden düşman askerlerinin; silahı, mermisi, ve umudu kalmamıştı. Bu katliamdan onlar da çok yorulmuştu. Bir tarafın hiçbir şeyi yok, diğer tarafın da umudu ve her şeyi vardı. Karşı taraf pes edince bir ateşkes imzalandı. Artık kimse kimseyse saldırmayacaktı. Benim de bu olaydan çıkardığım ders şu oldu:
Umut, bazen sadece bir kuruş için verdiğimiz emek gibidir; küçük görünür ama içimizde taşıdığımız en parlak ışıktır. En karanlık anlarda bile oradadır.