top of page

Dağların Kalbindeki Sümela'ya Yolculuk

  • Yusuf Ziya DEMİR
  • 10 Ağu
  • 2 dakikada okunur

Yazar: Yusuf Ziya Demir

Editör: Zümra Babatürk

ree

Oraya ilk gittiğim zaman kardeşim, annem ve annemin bir arkadaşı yanımdaydı. O zamanlar  annem, kardeşim ve ben sürekli gezilere (Rize, Bayburt, Giresun vs.) gidiyorduk. O gün de kocaman bir kayayı oyarak yapılmış olan Sümela Manastırına gitmiştik. Manastırın kapısına kadar araçla gideceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü uzun ve zorlu bir orman yolu sizi bekliyor. Biz yol boyunca Çin, Arabistan, TÜRKİYE, İngiltere kısacası neredeyse her ülkeden ziyaretçilerle karşılaştık. Orada bulunan kafelerden su hariç hiç içecek veya yiyecek almadık çünkü normalin 2 katı daha pahalıydı. Neyse biraz da tarihi hakkında bilgi vereyim.

 Sümela Manastırı, Trabzon'un Maçka ilçesindeki Altındere Vadisi Millî Parkı sınırları içerisinde Meryem Ana Deresi'nin batı yamaçlarında yer alan, Kara tepesinin üzerinde ve deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikte konumlanmış Rum Ortodoks manastır ve kilise kompleksidir. MS 386 yılında inşa edilen yapı, 1923'te Rum Kırımı ve Mübadele Sorunu’ndan dolayı terk edilmek zorunda kalmıştır. Bu inanılmaz yapı içindeki labirente benzeyen odalarıyla dikkat çekiyor.

Uzun merdivenleri tırmanıp içeri girdiğimizde  devasa kayaya tırmanan adam maketi çok ilgimi çekmişti. Hareket etseydi maket olduğunu hiç anlamayacaktık.  

İlerledikçe başımı her çevirdiğim yerde karanlık ve küçük odalar olduğunu gördüm. Çok araştırmama rağmen internette bu odalara ilgili detaylı bilgi bulamadım. O yüzden hatırladıklarımı söyleyeceğim. Emin olduğum yerler mutfak, mescit bir de kuyu. Her geçen ziyaretçi kuyuya bir TL atıyordu.  Bu şekilde dileklerinin kabul olacağına inanıyorlardı. Ben de anneme kuyunun altına inip tüm bir  Liraları toplayıp toplayamayacağımı sordum. İzin vermedi.

Yapının birçok odası tadilat yapılması nedeniyle şeritle kapatılmıştı. Zaten orayı ziyaret eden herkes uzun süren yenileme çalışmalarından şikâyetçiydi.  Odalardan birine, üstünde deniz mavisi bir tulum olan kırmızı ayakkabılı, çilli bir çocuk bütün güvenlik önlemlerine rağmen bir şekilde girmeyi başarmıştı ve bize bakarak nanik yapıyordu. Fareye benzeyen dişleriyle yeterince sinir bozucuydu. Onu dövüp dövemeyeceğimi anneme sordum. İzin vermedi.

Bu görkemli ve büyüleyici yerden ayrılmadan önce fotoğraf çektirmek için uygun bir yer ararken bacanın yanına çıkan bir merdiven dikkatimizi çekti. Zaten Karadeniz bölgesinin yüksek yerlerine alışkın olan biz, bir solukta merdivenleri çıkıp Manastırın en tepe noktasına ulaştık. Bacanın içinden bakınca gözlerim fal taşı gibi açıldı ve titremeye başladım. Baca öyle dik, öyle derin ki,  göz ucumla bile bakmaya cesaret edemedim. Her adımda taşların çatırdayan sesi kalbimi yerinden söküyormuş gibi… Avuçlarım ter içinde, dizlerim titriyor… Bacadan düşsem sanki altta uzun bir diken veya dev bir ateş varmış gibi. Nedeni yükseklikti işte, bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum. Her ne kadar böyle yerlere alışkın olsak da bu yükseklik başkaydı. Kardeşimi bacadan atıp atamayacağımı anneme sordum. İzin vermedi.

Eve geri döndüğümüzde fotoğraflara baktık. Hemen şu tarz konuşmalar geldi: “Yaa anne bu arkadaki odaya girmemiştim benn yine gidelimmm.” İzin vermedi.

İşte o fotoğraflardan bazıları: (bana bakıp gülmeyin lütfen biraz komik saçım var işte, bir de çok kötü giyinmişim :D )                               

 
 

©2022, Dergi Mudita, her hakkı saklıdır.

bottom of page