Gizemli Yolculuk
- Mustafa Asım Acar
- 10 Ağu
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 gün önce
Yazar: Mustafa Asım Acar (13 yaşında)
Editör: Zeynep Ebrar Koç (10 yaşında) Çizer: Beren Alya Fazlıoğlu (11 yaşında)

Yasak Zirve’ye ulaşmak kolay olmadı. Soğuk rüzgârlar, yıkılmış geçitler, karla kaplı yamaçlar…1 ve 2 Ama sonunda, haritadaki işaretli noktaya ulaştılar: Taştan yapılmış, duvarları yosun tutmuş eski bir yapı.
Kapı kapalıydı ama yanında taşlara kazınmış bir mesaj vardı:
“Arayanlar, cevabı bulana kadar vazgeçmeyenlerdir.”
Nidu, kapının yanındaki taş tuğlalardan birini bastırınca kapı ağır bir sesle açıldı. İçeri girdiklerinde bir masa başında, kalın ciltli defterlere notlar alan biri vardı. Gri saçlı, sert yüzlü, ama dikkatle bakan bir adam: Bilgin Sayrun.
Sayrun, gözlerini defterden kaldırmadan konuştu: — "Kavos size haritayı verdiyse... zaman geldi demektir."
Fenes biraz temkinli yaklaştı: — "Sizi bulmak kolay olmadı."
Nidu sordu: — "Gölgelerle nasıl savaşabiliriz?"
Sayrun ayağa kalktı. Duvardaki rafa uzanarak birkaç eski belge getirdi. Üzerlerinde tarihî kayıtlar, eski çatışmaların notları ve bir de bilinmeyen bir sembolle işaretlenmiş eski bir bölge planı vardı.
— "Yıllar önce, gölgelerin ilk izlerini gördüm. Onlar fiziksel olarak görünmeyebilir, ama etkilerini bıraktıkları yerler bellidir: anlaşmazlıklar, sabotajlar, kaybolan köyler... Ve bu saldırılar artıyor. Elementlerin gücü birleşmezse, gölgeler daha da yayılacak."
Fenes haritaya eğildi: — "Burası bir geçit mi?"
Sayrun evet anlamında başını salladı. — "Bir geçiş bölgesi. Bir zamanlar elementler arasında sınırdı. Ama şimdi oradan sadece sorun çıkıyor. Gölgelerin geldiği yer orası olabilir."
Nidu düşünceliydi. — "Yani oraya gidip, onları kaynağında durdurmamız gerekiyor."
Sayrun’un taş masanın üstüne bıraktığı belgeler oldukça ayrıntılıydı. Haritanın bu yeni parçası, Yasak Zirve’nin altındaki eski bir tünel sistemini gösteriyordu. Bu tünellerin, element ustalarının eski çağlarda kullandığı bir geçiş ağı olduğu anlaşılıyordu. Şimdi ise gölgelerin nereden sızdığını öğrenmenin tek yolu, oraya inmekti.
Sayrun, son kez uyardı: — "Bu tünellerde sizi takip eden bir düşman olmayabilir... ama kendinizle karşılaşabilirsiniz. Orada yıllar içinde kim olduğunuza dair izler kalmış olabilir."
Nidu sessizce başını salladı. — "Ne çıkarsa çıksın, kaçmayacağız."
Fenes, meşalesini yaktı. Tünelin girişine yöneldiler. Taşlarla kaplı, nemli ve dar geçitler boyunca ilerlemeye başladılar. Zemin kaygandı. Duvarlar eski yazıtlarla doluydu ama çoğu silinmiş, ya da bilinçli olarak kazınmıştı. Burası yıllardır kullanılmıyordu.
Yaklaşık bir saat boyunca sadece ayak sesleri duyuldu. Sessizlik ağırlaşıyordu. Sonra, tünelin bir kıvrımında, duvarların içinden gelen hafif bir titreşim hissettiler. Ardından ani bir çökme sesi duyuldu. Arkalarındaki tavan çökmüştü.
— "Geri dönüş yok " dedi Fenes
İlerlemeye devam ettiklerinde tünel ikiye ayrılıyordu. Haritada bu kısım eksikti. Sayrun’un belgelerinde sadece şu cümle yer alıyordu:
"Sağ yol kısadır, ama yanlış yere çıkar. Sol yol uzundur, ama gerçek yer oradadır."
Sol yolu seçtiler.
Yol uzadıkça duvarlarda garip izler belirmeye başladı. Parmakla sürülmüş gibi duran kurum lekeleri, eski savaşlara ait çatlamış silah parçaları... Nidu, bir noktada yere eğildi. Küçük, yanmış bir kolye buldu. Üzerinde hava elementi sembolü vardı. — "Bu babama ait," dedi fısıltıyla.
Fenes gözlerini kısmıştı. — "Demek buradaydı..."
İkili, artık gölgelerin sadece dışarıdan gelen bir tehdit değil, geçmişlerinden de izler taşıdığını anlamıştı.
Sonunda bir geçide ulaştılar. Ama geçidin önü taş bloklarla kapanmıştı. İleri geçemediler. Tam geri dönmeye hazırlanırken, tünelin duvarlarından biri hafifçe sallandı ve içinden siyah duman gibi bir şey sızmaya başladı. Ardından bir gölge şekil aldı — Nidu’ya benzeyen bir silüetti bu.
Gölge konuşmadı. Ama hareketleri tıpatıp Nidu’nun hareketleri gibiydi. Elini kaldırdı. Ateş yandı. Ama bu ateş kızıl değil, karanlıktı.
Fenes, endişeyle bağırdı: — "Nidu bu sensin!"
Nidu, gözlerini kararttı. — "Hayır. Bu sadece geçmişimin çarpıtılmış yansıması."
Gölge-Nidu saldırıya geçti. Tünelin dar alanında, yanan taşların arasında kısa ama yoğun bir mücadele yaşandı. Nidu, dikkatini koruyarak karşılık verdi. Sonunda, gölgeyi bastırdı ama onu yok etmedi. Gölge bir süre sonra dağıldı. Geriye sadece yanmış bir işaret kaldı: haritada daha önce olmayan, "geçit" kelimesinin işlendiği yeni bir taş.
Bu taşın bastırılmasıyla tünelin sonundaki bloklar yavaşça geri çekildi.
Nidu derin bir nefes aldı. — "Burada sadece düşmanlarla değil… kendimizle de savaşacağız."
Fenes başını salladı. Tünel, sonunda onları gölgelerin sızdığı kaynağa doğru yönlendirecek ana geçide açılıyordu. Artık gerçek tehlike başlıyordu. Tünelin sonunda açılan geçit, başka hiçbir yere benzemeyen geniş bir mağaraya çıkıyordu. Tavandan sarkan taşlar, yerin altından gelen sıcak hava ve kırmızıya çalan nemli zemin... Orası sanki dünyanın kalbinde atmakta olan bir yarık gibiydi.
Nidu dikkatlice ilerledi. Her adımda içindeki bir şey titriyordu. Sanki bu yer, onun geçmişine ait bir şeyleri barındırıyordu. Bir süre ilerledikten sonra, mağaranın tam ortasında yükselen siyah bir taş platform gördüler. Platformun tam ortasında, bir adam tek başına duruyordu. Sırtı dönüktü.
Fenes fısıldadı: — "Biri var... Ama bu mümkün değil."
Nidu bir adım daha attı. — "O Olamaz..."
Adam yavaşça döndü. Gri saçlıydı, yüzü yorgun ama tanıdıktı. Gözleri parlaktı. — "Nidu."
Nidu’nun gözleri kocaman açıldı. — "Baba... sen... hayattasın."
Adam yavaşça başını salladı. — "Yaşamak bazen en zor şeydir."
Fenes öne atıldı. — "Ama siz öldünüz sanıyorduk."
Nidu’nun babası Vaen: — "Ben gitmeyi seçtim. Sizi terk ettiğim doğru. Ama sebebim vardı."
Nidu sesi titreyerek sordu: — "Sebep mi? Bu gölgelerin kaynağında ne işin var?"
Vaen bir an duraksadı. Ardından ellerini yana açarak konuştu: — "Bu gölgeler yıllar önce ben başlattım. Ama onlar kötü değildi. Başta sadece bir savunmaydı. Ateş elementi çok fazla büyümüş, dengeyi bozmuştu. Konsey dinlemiyordu. Ben de dengenin sağlanması için başka bir yol aradım."
Fenes gözlerini kısarak yaklaştı: — "Siz diğer element ustalarına ihanet ettiniz."
Vaen başını eğdi. — "Ben ateşi değil, dengeyi savundum. Ama zamanla kontrol elimden kaydı. Gölgeler artık beni bile dinlemiyor."
Nidu öne çıktı. Gözleri dolmuştu ama sesi netti: — "Bizi terk ettin. Ben senin izinden gitmeyeceğim."
Tam o sırada mağaranın bir ucundan karanlık sızmaya başladı. Zemin titredi. Duvarlardan siyah çatlaklar yayıldı. Gölgeler yaklaşmıyordu artık — yükseliyordu. Sanki orada bir bilinç vardı, bir irade...
Fenes haykırdı: — "Kaçmamız gerek!"
Ama Nidu durmadı. — "Hayır. Bu iş sona vermeli."
Nidu babasına döndü. — "Son kez soruyorum. Yardım edecek misin? Yoksa yolumda duracak mısın?"
Vaen bir an düşündü. Sonra ağır adımlarla geri çekildi. — " Seni durdurmayacağım."
Nidu ve Fenes mağaranın merkezine, gölgelerin yükseldiği kırılma noktasına doğru ilerlediler. Gölgelerin kaynağı artık karşılarında duruyordu. Ve gerçek mücadele şimdi başlıyordu. Mağaranın merkezindeki çatlak büyüyordu. Gölgeler artık sadece bir tehdit değil, gerçek bir varlığa dönüşmüştü. Karanlık, taşları çatlatıyor, tünelleri yutuyordu. Zaman daralıyordu.
Nidu kararlıydı. Fenes yanında dimdik duruyordu. Tam o sırada arkalarında bir ışık belirdi. Tünelin ağzında dört silüet göründü. Hava, Toprak, Su ve Ateş konseyinin liderleri onlara ulaşmıştı.
Hava ustası öne çıktı: — " Şimdi birlikteyiz."
Toprak ustası elini yere vurdu, zemindeki çatlakları geçici olarak mühürledi. Su ustası tünelin çöken kısımlarını kaldırdı. Ateş ustası ise Nidu’ya yaklaştı ve kısa bir bakıştan sonra başını eğdi: — "Sen bizden farklıydın. Ama şimdi görüyoruz ki bu fark bizi kurtaracak olan şey."
Gölgeler saldırıya geçti. Karanlık bir duvar gibi üzerlerine çökmeye başladı. Vaen, gölgelerin en yoğun olduğu bölgeye doğru yürüdü. — "Bu karanlığı ben başlattım... ve şimdi onu ben bitireceğim!"
Vaen, gölgelerin merkezine ulaştığında ellerini yere bastırdı. Yüzünde son bir kararlılık vardı. — "Gücümü sizden çekiyorum!" diye bağırdı. Gölgelerin içinden bir çığlık yükseldi. Karanlık sarsıldı.
Nidu, elindeki ateşi havaya savurdu. Fenes, suyun akışıyla gölgeleri bastırdı. Diğer ustalar, kendi elementleriyle son darbeyi indirdiler.
Bir anda tüm mağara aydınlandı.
Gölgeler çığlıklar içinde dağıldı, çatlaklar kendi kendine kapanmaya başladı. Zemin sarsılmayı kesti. Derin bir sessizlik çöktü. Sadece taşların iç çekişi duyuluyordu. Gölgelerin kaynağı yok olmuştu.
Vaen, mağaranın ortasında diz çöktü. Yorgundu ama gülümsüyordu.
— "Artık huzur var," dedi sessizce. Nidu yanına yaklaştı. Göz göze geldiler. — "Seni affetmiyorum," dedi Nidu, "ama seni anlıyorum."
Konsey üyeleri, Nidu’ya ve Fenes’e yaklaştı. Hava ustası konuştu: — "Bugün bir efsane yazıldı. Ve bu efsanenin kahramanları sizsiniz."
Nidu derin bir nefes aldı. — "Artık elementler birbirine düşman olmayacak. Dengeyi birlikte koruyacağız."
Ve o günden sonra, element ustaları arasında yeni bir düzen kuruldu. Ateş, artık bir tehdit değil, rehber olarak anıldı. Nidu ve Fenes, farklılıkların birleştirici gücünü temsil eden semboller haline geldi.
Gizemli Yolculuk, artık sadece onların değil, bütün bir dünyanın yeniden doğuş hikâyesiydi.