Gizli Gerçek
- Lina Birinci
- 27 Eyl
- 2 dakikada okunur
Yazar: Lina Birinci (10 yaşında)
Editör: Fatma Zehra Demirci (12 yaşında)

Karşımdaki hologram bir ‘bızz’ sesiyle söndü. Ayağa kalktım ve düşünmeye başladım. Pencereden dışarı baktım demek isterdim ama hayır, biz bir evde yaşamıyoruz. 2035’te Dünya’yı uzaylılar ele geçirdiğinde atalarım Mars’ta yaşamı keşfetmiş. Biz kocaman bir kürede yaşıyoruz. Kehanet küreleri gibi. İçeriden şeffaf, dışarıdan beyaz renkte görünür. Hiç eşya yok. Birer Kuptuha kullanıyoruz. Bunun iki binlerdeki adı neydi? Kumadan? Ya da kudaman? Ah, doğru, kumandaydı. Bizimkine benziyor. Kuptuhanın üstünde hologramlar var. Bir eşyanın adını söylüyorsunuz, hologramı ortaya çıkıyor ve istediğiniz yere doğrultunca eşya orada beliriyor. Dışarıda gökyüzü hep karanlık ve kasvetli. Her şeyi yok etmek istiyor gibi, sanki tüm gezegen ona ait. Bir şeyin bize ait olması ona istediğimizi yapabileceğimiz anlamına geliyor mu? Peki bir şeye aidiyet duygusu beslemeli miyiz? Ayrıca basınç çok fazla. O yüzden kapsül kullanıyoruz. Ama oksijen ve gökyüzü Dünya’da böyle değilmiş. Sıkıldım. Hologramda uzaylı tarihi anlatıldı. Zaten hep uzaylıların ne kadar kötü, insanların ne kadar iyi olduğu anlatılıyor. Pek inanmıyorum. Hiç kimse kusursuz değildir. Asıl mükemmellik hatalarımızı kabul etmek, ama anlatılanlarda bu yok. İnsanlar da kötü bir şey yapmış olmalı. Hem Dünya ile ilgili bilgiler almamız, Dünya’ya ışınlanmamız ve Dünya zamanına gitmemiz de yasak. Aileme bunu 121. Kez söylediğimde beni duydular ve çok kızdılar. O zamandan beri aileme bu konuda hiç güvenmiyorum. Bana o kadar çok bağırdılar ki… Küremiz sallanmıştı. Galiba annem kuptuhadan megafon istediği için. Gerçeği öğrenmek istiyorum. Sanırım ne yapacağımı biliyorum. Anneme dışarı çıkacağımı söyledim. Beni duyması için 50 kere söylemem gerekti. Nereye gittiğimi bile sormadan başını salladı. Zorla da olsa holoitimi aldım. Geçmişteki telefona benziyor. Tek farkı hologramlı olması. Bir de kolunuza takıyorsunuz.
Kapsülüme bindim ve zamanbüse bineceğimi söyledim, yola çıktık. Asıl adı zamanbüs değil. Ben yüzyıllar önce kullanılan otobüsten ilham aldım. Gerçi daha çok trene benziyor. Sonunda zamanbüse ulaştım. Çok heyecanlandım. Daha önce okulda bize nasıl çalıştığını anlatmışlardı ama hiç binmemiştim. Heyecandan titreyerek bindim ve bir duvarın yanına geçtim. Önümde bir ekran belirdi ve annem Dünya zamanına gitmememi tembihlemesine rağmen 2035, 16 Kasım, 08.00 girdim. Bir kürenin üstüne oturdum. Sol tarafımda kare bir açıklık vardı. Yolculuk sırasında mor gri bulutlar ve çakan şimşekler zamanın bozulmasını engellemek istiyor gibiydi. Elimi bulutlara uzattığımda elektrik çarpmış gibi oldum ve elimi hemen geri çektim. Bu araç gerçekten zamanı bozuyor çünkü robota söylediğinizde o zamanda kalıp savaş bile çıkarabilirsiniz. Çok kötü bir şey. Bir robot benim durağımın ismini anons etti. Yere çakılacak gibi inmeye başladık. Bulutla gitmiş, yerini ebedi bir karanlık almıştı. Yere o kadar yumuşak indik ki hissetmedim bile. Çok etkileyici olmuştu. Zamanbüsten indim. Ellerim terliyordu. Karşımda uzaylılar yoktu. Fakat gördüğümün insanların işi olduğu belliydi: Karanlık. Hayal kırıklığı yüzüme vuran acı bir gerçek gibiydi. Damlalar fabrika dumanlarından yere hüzünlü bir dans eşliğinde usulca ama haykırarak düşerken kirli griydiler. Bu dans o kadar güzel değildi, insanı üzüyordu. Hatalarını yüzüne vuruyordu. Rüzgâr uğulduyor, ağaçları damlaların dansına çağırıyordu. Ağaç kalmış mıydı ki? Bir ses geldi. Bir testere ağaçları odun yığınına çevirerek hırladı. Birden gök gürledi. İnsanlara kızıyordu. Yıldırım düştü. İnsanları defetmek istiyor gibiydi. Daha fazla dayanamadım. Gözyaşlarım damlalara karıştı. Uzaylılar uydurmaydı belki ama insanların her şeyi savurgan kullandığı ortadaydı. Dünya ele geçirilmemişti, insan eliyle yok edilmişti… Ne yapacağımı biliyordum. Gerçekler beni ya üzüntüm ile yalnız bırakacak ya da hayatımı değiştirecekti. Ama benim Dünya’ya yapacağım şey netti: Onu gerçek güzelliğiyle yalnız bırakmak…