Gri Şehir
- Ayşe Zümra Bağcı
- 10 Ağu
- 3 dakikada okunur
Yazar: Ayşe Zümra Bağcı (10 yaşında)
Editör: Lina Birinci (10 yaşında)
Çizer: Sena Reyyan Eser (10 yaşında)

Gözüm ilerideki binalara takıldı. İnsanı kasvete iten gri binalara... Yol kenarına oturdum. Herkesin asık yüzlerle sürekli bir yerlere yetişmeye çalıştığı gri kaldırımlara... İzlemeye doyamadığım göğe kaldırdım başımı. Düşüncelere daldım.
Ortaokul beşinci sınıf öğrencisiyim. Hiçbir amacı olmayan insanların koşturup durduğu, baştan aşağı gri binalarla çevrili bir şehirde yaşıyorum. Aslında başarılı bir öğrenciydim. Şehrimiz çok neşeliydi. Her yer rengârenk binalar ve ormanlık alanlarla doluydu. Ta ki o güne kadar...
O gün yine neşeli neşeli sokakta yürüyen insanlarla doluydu şehir. Ben de okula gidiyordum. İnsanlar çok mutluydu. Bir anda her yer beşik gibi sallandı. Yıkılan binaların altında kalanlar oldu. O dehşet verici manzara gözümün önünden gitmiyor. İnsanlar çığlık çığlığa etrafta koşuşurken gözüm karardı. Bayılmışım.
Uyandığımda çimenlerin üstündeydim. Yerimden kıpırdamamıştım. Sokakta itfaiye ve ambulans sirenleri birbirine karışıyordu. Anlaşılan ağaçların arasında olduğumdan beni bulamamışlardı. Gücüm yettiğince bağırdım. O sırada gittikçe yaklaşan konuşma seslerini duydum. Uzaktan bana doğru yürüyen itfaiyecileri gördüğümde daha fazla dayanamayıp tekrar bayılmışım.
Gözlerimi açtığımda olmak istediğim yerdeydim: hastane odasında. Üstelik bir sürü doktor başımda konuşuyordu. Başucumda babamı gördüm. Yanımdaki koltukta ise annem oturuyordu. Huzurla gözümü tekrar kapadım. İnsanın ailesinin yanında olması kadar huzurlu bir şey yok galiba.
Deprem faciasını atlattığımızda, sonradan adının Hayri olduğunu öğrendiğimiz zengin bir iş adamı buraları satın aldı. Yeni kurallar çıkarttı. Kurallar o kadar sertti ki nefes alamıyorduk. Tüm binaları baştan yapıp griye boyattı. Şehirde hiç yeşil alan kalmamıştı. Gökyüzünü zor görür olduk. Artık burada özgürlük yoktu, sevgi yoktu. Hepimiz Hayri’nin birer tutsağıydık.
Beni düşüncelerden ayıran, komşumuz Sabiha teyzenin sesi oldu.”Aaaaa, Hülya sen ne yapıyon burada? Ödevin yok mu ay!?” Diye bağırıyordu.
“Ödevimi yaptım Sabiha teyze.” dedim ama bunun onu niye ilgilendirdiğini bilmiyorum. Zaten bu acayip dünyada hiçbir şey bilmiyorum.
“Gel o zaman, yardıma ihtiyacım var.”
“Benim biraz işim var, dönüşte gelirim. SABİHA TEYZEEEEE!”
Sanki beni duymuyormuşçasına kolumdan tutup, sürüklese de ona yardım etmemeye kararlıydım. Çünkü yardım isteyerek yapılır! Zorla yardım mı olur?
Evine götürüp bulaşıkların başına oturttu beni. Yıkamadım. Yanda, elindeki bembeyaz kâğıdı rengârenk boyayan Erva’ya baktım onun yerine. Erva, Sabiha teyzenin küçük kızı. İki yaşında ve down sendromlu. Şehrimiz gri bir şehre dönmeden sık sık buraya gelir, Erva’yla oynardım. Erva beni çok severdi. Hâlâ seviyor muydu acaba?
Ben bunları düşünürken Erva,
-Ada bat, boadım. Güje mi?(Abla bak, boyadım. Güzel mi?)
Diyerek elindeki kâğıdı uzattı. Kâğıda kocaman bir ev çizmiş, rengârenk boyamıştı. Resme bakarken birden uyandım. Biz de binaları rengârenk boyayabilirdik.
Hızla dışarı fırladım. Boyacıya doğru koşarken binanın dış cephesindeki kameraları hatırlayıp olduğum yere çöktüm. Benim her denemem hüsranla sonuçlanmak zorunda mı? Yerimde duramayıp yandaki beş metrekarelik boş alana geçtim.(Bu şehirdeki en büyük boş alan bu kadardı) Betonun üzerine oturdum. Gözümden akan yaşları elimin tersiyle sildim. Sonra uzun uzun düşündüm. Aklıma bir şey gelmedi. Hava kararmaya başlıyordu.
Tam kalkacakken bir patlama sesiyle irkildim. Etraf yanık koktu. Üstüme patır patır kuş yağdı. Kuşları istemiyorlar artık burada. O yüzden topluca üzerlerine ateş ediyorlar. İnsan, masum kuşlardan ne ister ki? Gözyaşlarına boğuldum. Hayır, eminim, burada daha fazla yaşayamam.
O geceyi orada geçirdim. Gece boyunca düşündüm. En sonunda, zor bir karar verdim. Bu gri şehirden gidecektim. Tüm sevdiklerimi geride bırakıp gidecektim. Başka bir şehirde huzurlu bir yaşam sürecektim. Erken kalkan yol alır, deyip çıktım yola. Zor olacağının farkındaydım.
Gün batarken bir mola verdim. Yanıma sadece ekmek, su, kalem, kâğıt ve kimlik almıştım. Bilinmezliklere doğru yola çıkmıştım. Ertesi gün yine yürümeye başladım ve sonra yine mola. Görüntü hep aynıydı. Gri binalar, telaşlı insanlar, vızır vızır geçen gri arabalar ve gökten yağan ölü kuşlar. Bu sahnelere artık dayanamıyordum. Geride bıraktıklarımın özlemi dayanılmaz hale gelmişti.
15.günün sonunda olduğum yere yığıldım. Yiyecek ve suyum çoktan bitmişti. Devam edecek gücüm kalmamıştı. Kalan son gücümle mırıldandım:
“Elveda anneciğim.”