Katalist Peşinde
- Nahide Rana Can
- 27 Eyl
- 2 dakikada okunur
Yazar: Nefise Karaduman (11 yaşında)
Editör: Nahide Rana Can (10 yaşında)
Çizer: Zehranur Korkmaz (13 yaşında)

Merhaba, ben Dursun, lakabım da Eli Kolu Dursun. Adımdan da anlayacağınız üzere çok hareketli bir çocuğum. Neyse canım, zaten dokuz yaşındaki çocuklar genelde hareketli olurlar. Bizim dünyamızda herkesin birer peluşu vardır. Bu peluşların hiçbiri birbirinin aynısı değildir. Onları yanımızda taşırız, bu peluşlar bize doğduğumuzda verilir. Onları peluşken oldukları hayvana dönüştürerek zihnimizle kontrol edebiliriz. Mesela benimki kiremit rengi lama tüyünden bir kurt.
Bu akşam yemekler pek tatsız tuzsuzdu. Bu da demekti ki yemeklere tat veren katalist, iyice eksilmiş. O olmazsa yemeklerin hepsinin tadı kartona benziyor. Ve evet, kartonun tadını biliyorum.
Gece su içmeye kalktığımda ailemi konuşurken duydum, katalist sadece gariplik ormanında bulunuyormuş, ama oraya girince zehirli sis yüzünden halüsinasyon görmeye başlıyormuşuz. O yüzden kimse gidip alamıyormuş. Bunları duyunca hemen katalist toplamaya gitmek için çantamı hazırladım: Dürbünüm, not defterim (Gerçi kalem almamıştım), tahta kılıcım, biraz atıştırmalık ve bir paket çay (çayı ÇOK severim).
Sisten korunmak için ağzıma bandanamı bağladım (kovboy gibi duruyordum), üstüme gri yeleğimi giydim. Gün doğarken odamın penceresinden sessizce çıktım. Peluşumu dönüştürdüm. Ayakkabılarımı çıkarıp bir ağaca çıktım.
Bahar mevsimi olduğu için hava ne sıcak ne soğuktu. Ormanın içlerine doğru serin, hafif bir rüzgâr başımı okşuyordu. Ağaçlardan avcısından kaçan bir sincap edasıyla sallanarak (Tamam, kabul ediyorum, yürüyebilirdim ama böylesi daha zevkliydi) gariplik ormanına ulaştım. Bandanam sayesinde dumandan etkilenmiyordum. Koca bir meşe ağacının en tepesine çıkıp bakınca ise, o da ne!
Turkuaz tüyleri, yeşil benekleri olan KOCAMAN bir canavar! Ve yanında tonla katalist! “Hey!” diye bağırdım ona minicik boyumla cesaretimi toplayarak, “Onlardan biraz alabilir miyim?”. Aşağıda eğer canavar bana saldırırsa diye kurdum hazırlanmış, son derece tehditkâr bir şekilde bekliyordu. Canavar bana baktı ve koca bir aslan gibi gürleyen sesiyle (ve on kilometre öteden bile duyulacak iğrenç bir ağız kokusuyla) bana bağırdı “Olmasa ölür müsün?”
“T- tabii ki h-hayır, sen ölür müsün, canavarların yaşamlarını devam ettirmek için çay içtiğini ve çay bahçeleri kuruduğu için nesillerinin tükendiğini sanıyordum?”
“Eh işte, çayın yerini tutmaz ama, katalist sadeyken iğrenç olsa da hayatta kalmamı sağlayabiliyor.”
“Peki ben sana istemediğin kadar çay getirsem, sen de bana buradan çıkan katalistleri versen olmaz mı?”
“Hmm. Bana çay vermeyip, katalistleri alıp kaçmayacağını nerden bilebilirim? Çay sözü verir misin? Unutma, çay sözünü bozmak 5 yıl acı çay getirir.”
Ben ona çay sözü verdim, sonra beraber bir bardak çay içtik. Tabii canavarın çay bardakları dev gibiydi ve hazırlarken çay soğumuştu. Ben de bardağı kaldıramadığım için kafamı içine sokarak içtim. Tamam belki bu HİÇ kibar bir davranış değildi ama canavarın bunu umursayacağını sanmıyordum.
Bu hikâyeyi aileme anlattığımda bana inanmadılar, canavarların neslinin tükendiğini, sadece halüsinasyon gördüğümü söylediler. Ama o nefes kokusunu öyle iyi hatırlıyorum ki... (Bir dahaki gidişimde ona diş macunu götüreceğim.) Belki siz bana inanırsınız.


