Şehirlinin Ziyareti
- Hatice Ebrar DÜRÜYEN
- 10 Ağu
- 2 dakikada okunur
Yazar: Hatice Ebrar Dürüyen (13 yaşında)
Editör: Atlas Öz (11 yaşında)

Güneşin göz kamaştırarak yükseldiği saatte Emre ayağa fırladı. Herhangi bir alarm kurmadan kalkabilmişti. Ne de olsa bir çobandı. Koşar adımla tahta zemine çat küt basarak kapının önüne yöneldi. Podyum yürüyüşündeymiş gibi gülümseyerek poz verdi. Hasır şapkası ve kepeneğini giydi. Tahta kapıyı sakince araladı ve bu şekilde kapının önündeki mavi lekesiz gömlekli, ince ince taranmış arkaya doğru sarkan saçları ile ilgi çeken, inci gibi parlayan dişlerini göstermek için hafifçe sırıtan, şehirden gelmiş kuzeni Selim’in “Beni unuttun!” dercesine bakışlarını görebildi.
“Hayır sen gelemezsin.” diye başını hayır anlamında iki yana salladı Emre. “Hem senin elbisen kirlenir.” Boş bir çaba ile kendince söylenen Emre, iç çekti. Kuzeninin inatçı bakışları ise her saniye kendisine bir adım daha atıyordu. “Ahh! Tamam geliver gari.” dedi çaresiz gözlerle ve Ege’nin minik köyünde çobanlık için adımlarını attılar.
Sükunet içerisinde yemyeşil çimenlerin rüzgar ile bir o yana bir bu yana sallandıkları manzarada birkaç adım attılar. Meltem hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde yüze vuruyordu. Ağaçlar yapraklarını sallayarak müziksiz bir şekilde dans ediyordu. Karıncalar minik yiyecekler ile yuvalarına giriyor, sincaplar sessiz sedasız bir ağaçtan diğer ağaca atlıyorlardı. Çiçekler ise ağacın kökünün altından sıvışarak gün yüzünü görmeye çalışıyordu. Keçiler tatlı tatlı meliyor,bazen taşların üstünde uyukluyor bazense yemek için mola veriyorlardı. Yapraklar ise dinlenmeye değer bir şekilde hışırdıyor keçilerin meleme orkestrasına eşlik ediyordu. Keçiler dışında kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Sonunda otlak alana varmışlardı. Keçiler heyecanla bir o yana bir bu yana koşuyor yine de karınlarını doyurmaya zaman ayırıyorlardı. Selim yerde yatan bir keçinin tüylerinin arasından parmaklarını geçirerek sevgi ile okşadı.
“Bu neden halsiz?” diye merakla Emre’nin gece gibi kapkara gözlerine baktı.
“Halsiz değil aksine mutlu. Bir yavrusu olacak. ” dedi sevinçle Emre. Keçinin başından burnuna kadar elini aşağı indirerek sevdi. Keçi şimdi olduğundan çok daha sevimli gözükmüştü.
Emre bir taşa oturup gökyüzüne baktı. Gökyüzü mavi bir hal almış sanki göz kırpıyordu. “Haydin gari” dedi ve sakince üstünü silkeledi.
“Ama hayır daha çok erken.” dedi ve ayağa fırladı. “Hey acelemiz ne?” dedi ve Emre’nin önünü bir hışımla kesti. Yeşil gözlerini bir ciddiyet sarmıştı. Kollarını bağlamış inatçı bir şekilde “Niyeymiş?” diye gözlerini konuşturdu.
“Bakk, şehirdensin diye bilmediğin şeyler var. Biz yemeği sipariş etmeyiz kendimiz yaparız, halı satın almayız kendimiz dokuruz. Her işi hızla yapmak gerekir.” dedi ve ilk defa inatçı bakışları umursamadı. Keçiler için ıslık çaldı ve narin narin yürüttü. Selim ise yanlış bir söz söylediğini düşünüp yerin dibine girdi. Ahenkli melemeler eşliğindeki düzenli yürüyüş aklını başından alırken ağzından şu sözler döküldü:
“Keşke ben de köylü olsam.”